Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
Osman Kavala’nın ikinci başvurusunu reddeden Anayasa Mahkemesi’nin Mart ayında Resmî Gazete’de yayımlanan gerekçeli kararında Kavala’ya adeta “casus olmadığını ispatla” deniliyor
ALİCAN ULUDAĞ
İş insanı ve sivil toplum yöneticisi Osman Kavala, 1 Kasım 2017 tarihinde gözaltına alındığında, belki de böyle bir hukuk sarmalının içine düşeceğini tahmin bile etmiyordu. O tarihten bu yana cezaevinde olan Kavala, önce Gezi davasında “hükümeti devirmeye teşebbüsle” suçlandı. Bu davadan aklandığı anda cezaevinden çıkar çıkmaz, bu kez 15 Temmuz darbe girişimini organize etmek iddiasıyla gözaltına alındı. Üzerine “garanti olsun” diye bir de “casusluk” suçlaması eklendi, üçüncü tutukluluğa imza atıldı.
Bu üç tutuklamada da değişmeyen tek delil, Türkiye doğumlu ABD’li Ortadoğu uzmanı Henri Barkey ile irtibat/görüşme iddiası oldu. Barkey ile ortak baz vermek, bir kere lokantada karşılaşmak ve üç kez de görüşme hem darbeye teşebbüs hem de casusluk iddialarının temelini oluşturdu. Ancak ne iddianameyi hazırlayan savcılık ne de yargılamayı yapan mahkeme, Kavala’nın “içerikleri belli olmayan görüşmelerde” nasıl bir “casusluk” yaptığını, hangi bilgilerin hangi yabancı servislere verildiğini veya 15 Temmuz darbe girişiminde nasıl “rol oynadıklarını” ispatlayamadı. Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu gerekçeyle Gezi’deki tutuklamayı hukuka aykırı bulmuştu.
Ancak tüm bunlar Kavala’nın tutuklu olmasının önüne geçemedi. Hatta hakkındaki soruşturmaları yürüten savcılar bizzat siyasi iktidar tarafından Adalet Bakan yardımcısı, Anayasa Mahkemesi üyesi yapılarak ödüllendirildi.
Anayasa Mahkemesi ise Kavala’nın bireysel başvurusunda “içeriği belli olmayan görüşmeleri ve ortak telefon sinyali vermeyi” kuvvetli suç belirtisi sayarak, bütün içtihatlarını yok saydı. Üç yılı aşkın süredir tutuklu olan Kavala, şimdi somut hiçbir veriye dayanmayan Henri Barkey ile irtibat iddiası nedeniyle “casus” olmadığını ispatlamaya çalışıyor.
Kavala hakkındaki dava Türkiye Cumhuriyeti tarihine geçebilecek bir yargılama zincirini oluşturuyor. “Kavala neyle suçlanıyordu, deliller nelerdi, Anayasa Mahkemesi’ndeki kararda kimler, hangi görüşleri savundu” sorularının yanıtı, bu analizin konusunu oluşturacak. Buradan yola çıkarak, AYM’nin Kavala kararı masaya yatırılacak. Bütün süreç anlatılırken, Kavala’nın içine düştüğü hukuk sarmalını ayrıntılarıyla anlatmakta fayda var.
Gezi’yle başlayan süreç
Osman Kavala, 1 Kasım 2017 tarihinde “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçlarından gözaltına alındı.
Savcının, Kavala’yı tutuklamaya sevk etmesinin dayanağı Gezi eylemleri ile 15 Temmuz darbe girişimi oldu.
İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği, sorgusunun ardından aynı gün Kavala’yı bu iki suçtan tutukladı. Hâkimlik, tutuklama gerekçesini tutanağa şöyle geçirdi:
* Şüphelinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükûmetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye yönelik bir ayaklanma olan ve tüm terör örgütlerinin (FETÖ/PDY, PKK/KCK, DHKPC, MLKP) aktif olarak katıldığı ve destek verdikleri kamuoyunda ‘Gezi olayları’ olarak bilinen eylemlerin yöneticisi ve organizatörü olduğu, eyleme katılan şahıslara maddi yardımda bulunduğu.
* 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemizde gerçekleştirilmeye çalışılan darbe girişimi ile ilgili 15-16 Temmuz 2016 tarihinde Büyükada Splendid Otel’de yapılan darbe teşebbüsü sürecinde darbenin organizatörlerinden olan Henri Barkey ile yabancı uyruklu kişilerle irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılmak suretiyle anayasal düzeni cebir şiddet yöntemleri ile değiştirmek suçlarını işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu…
Yani Kavala hem Gezi eylemleri hem de 15 Temmuz nedeniyle iki kez hükümeti devirmeye teşebbüs etmekle suçlanıyordu. Kavala hakkında iddianame hazırlandığında sadece Gezi eylemleri delil olarak yer alırken, savcılık ilginç bir şekilde tutuklamanın da dayanağı yapılan 15 Temmuz’u iddianameye koymamayı tercih etti. Belki de bu olay, ilerideki yeni bir dava için “yedekte” tutuluyordu.
Kavala’nın savunması
Kavala ise tutuklama talebiyle hâkimliğe çıkarıldığında tüm suçlamalara özetle şu yanıtları verdi:
“Gezi olayları sırasında telefonla konuştuğum kişiler eşim, dostum, asistanım, akademisyen ve gazeteci arkadaşlarımdır. Bunlardan hiçbiri şüpheli, Gezi olaylarında şiddet ve cebir kullanarak eylem yapabilecek veya eylemleri örgütleyebilecek konumda kişiler değildir. Söz konusu iddianamede Amerika’da yaşayan Henri Barkey ile Gezi olayları ile ilgili konuştuğum, iş birliği yaptığım veya bir plan içerisinde olduğum mesnetsiz iddialardır. Ben Barkey’i çeşitli uluslararası konferanslar dolayısıyla tanıyorum. Kız kardeşi (K.B.) ile bir sergi düzenlemesi konusunda beraber çalışıyoruz. Barkey ile özel bir ilişkim yoktur. Görüştüğümüz zamanlardaki benim hatırladığıma göre 2011 yılındaki konferansta olmuştu. Hükümeti yıkmak veya hükümete karşı bir eylem düzenleme gibi bir konuda konuşmamız söz konusu dahi olmadı. Kendisi ile darbe girişiminden sonra 18 Temmuz’da bir lokantada tesadüfen karşılaştık. Ayrı masalarda oturduk. Bu karşılaşmada da selamlaşmak dışında bir konuşmamız olmadı. Benim iş yerim Cumhuriyet Caddesinde Hilton, Divan, Ceylan ve diğer otellere çok yakın mesafededir. Tahmin ediyorum ki Barkey bu otellerde bulunması ve bu mıntıkalardan telefon konuşması yapması böyle bir yanlış anlamaya sebebiyet vermiştir.”
AYM Gezi’deki tutukluluğu savundu
Osman Kavala, Gezi davasında tutuklu yargılanırken, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Yüksek mahkeme, 22 Mayıs 2019’da başvuruyu reddetti. Mahkeme, Kavala’nın tutuklanmasında kuvvetli suç belirtisi olduğunu savunurken, şunları öne sürdü:
“Başvurucunun Gezi olaylarında yaşanan şiddet olaylarından ve elde edilmek istenen suçlama konusu yapılan siyasi sonuçtan (Soruşturma makamları olayların nihai olarak Hükûmeti düşürmeyi hedeflediğini iddia etmiştir.) sorumlu olduğuna yönelik soruşturma makamlarınca yer verilen hususların tutuklama için gerekli olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.”
Soruşturma makamlarınca başvurucuya yöneltilen temel suçlamanın, Gezi olaylarının organizatörü ve yöneticisi olmak olduğuna işaret edildi. Kararda, “Bununla birlikte -iddianamede yer almasa da- tutuklama kararında Hâkimliğin dayandığı suçlamalardan birisinin de başvurucunun 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olduğu ileri sürülen ve 15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde Büyükada Splendid Otel’de yapılan toplantıya katılan ve darbe girişiminin organizatörlerinden olduğu iddia edilen Barkey ile irtibat kurarak darbe teşebbüsüne katılması olduğu” savunuldu. Kararda, “Darbe girişimiyle bağlantılı olduğu görülen bu suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğu değerlendirilmiştir” denildi.
İlk tahliye 15 Temmuz’dan
Bu arada başsavcılık, AYM’nin “iddianamede yer almasa da” dediği Henri Barkey irtibatından verilen 15 Temmuz tutuklaması için 11 Ekim 2019 tarihinde resen tahliye kararı verdi. Karar, Kavala’nın Gezi Parkı olaylarıyla ilgili suçlamalardan yargılandığı davada tutuklu olmasına ve “mevcut delil durumu göz önüne alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık ölçülü olmayacağı” değerlendirmesine dayandırıldı.
AİHM ihlâl verdi, mahkeme uygulamadı
Gezi davası sürerken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden 10 Aralık 2019’da hak ihlâli kararı çıktı. AİHM, sözleşmeye aykırı bulduğu Kavala’nın tutukluluğunun siyasi olduğunu belirterek serbest bırakılmasını istedi. Böylece Gezi’deki tutuklamada ihlâl görmeyen AYM’nin, AİHM’in kararıyla haksız olduğu ortaya çıktı. Ancak yargılamayı yapan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, başsavcılığın AİHM kararının tercümesini de duruşma öncesinde göndermemesinin de etkisiyle bu kararı uygulamadı. Kavala, tahliye edilmedi.
Ve Gezi’de tüm suçlardan beraat
Aynı mahkeme, yargılama sonucunda 18 Şubat 2020’de Kavala’nın tüm suçlardan beraatına karar verdi. Kararın gerekçesinde, “Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” denilerek, suçlamaya ilişkin olarak dayanılan iletişimin tespiti (telefon dinleme) kayıtlarının hukuka uygun delil niteliğinde olmadığı belirtildi. Ayrıca Kavala’nın Gezi Parkı olaylarını finanse ettiğini gösteren delillerin bulunmadığı, iddianın soyut ve havada kaldığı, yine başvurucunun temininde rol aldığı ileri sürülen materyallerin şiddet eylemlerinde kullanıldığını gösteren kanıtların da olmadığı ifade edildi.
Mahkeme sonuç olarak başvurucunun da aralarında olduğu sanıklar yönünden "kamu düzeninin işleyişine karşı vahim nitelikte şiddet ve cebir içeren eylemlerde bulunan ‘marjinal grupları’ ve ‘yasadışı sol örgütleri’ yöneterek, yönlendirerek veya azmettirerek Hükûmetin icra kabiliyetini engelleyecek düzeyde bir girişimde bulunduklarına dair, mahkumiyetlerine yeter derecede hukuka uygun, somut ve kesin delil elde edilemediği" kanaatine ulaştı.
Gerekçede, Henri Barkey ile yaptığı görüşmelere ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmaması dikkat çekti.
Ring aracının içerisinde gözaltı
Mahkeme, beraat kararıyla birlikte Kavala’nın tahliyesine hükmetti. Tahliye işlemlerinin ardından Kavala, ring aracına bindirilerek cezaevinden çıkarılırken, henüz toprağa adımını dahi basamadan bu kez İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında araç içerisinde gözaltına alındı.
Kavala, kendisini ziyaret eden CHP Milletvekili Utku Çakırözer’e, aynı gün yeniden gözaltına alınmasını şöyle anlatacaktı:
“Beraat kararından sonra odamdaki televizyonu, buzdolabını başka hükümlülere bırakıp eşyalarımı toplayarak cezaevi aracıyla Silivri'den çıkarıldım. Bir süre sonra cezaevi aracı yolda durduruldu. Araca yanaşan bir sivil görevli, hakkımda yeni bir gözaltı kararı olduğunu belirtti. Doğrudan emniyete ve ardından adliyeye götürüldüm. Tutukluluk kararı sonrasında Silivri'de aynı koğuşa geri koydular.”
Aynı delille ikinci tutuklama
İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği’ne tutuklama talebiyle çıkarılan Kavala, savunmasında aynı suçtan tekrar tutuklamaya sevk durumunun söz konusu olduğunu, AİHM'in bu soruşturmadaki tutuklamanın hukuka aykırı olduğuna karar verdiğini, bu dosya kapsamında soruşturma aşamasında tutuklu olarak geçirilecek azami iki yıllık sürenin de dolduğunu dile getirdi.
Yine Barkey suçlaması
Ancak hâkimlik, 19 Şubat 2020 tarihinde Kavala’nın 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında “anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan tutuklanmasına karar verdi. Tutuklamaya delil yine Henri Barkey ile irtibat iddiasıydı. Oysa Kavala, Gezi soruşturmasında da 15 Temmuz gerekçesiyle tutuklanmış ve başsavcılık tarafından resen tahliye edilmişti.
İkinci tutuklama kararında, Kavala’nın 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişimi ile ilgili 15-16 Temmuz 2016 tarihinde Büyükada Splendid Otel’de yapılan toplantı sürecinde darbenin organizatörlerinden olan Henri Barkey ve diğer yabancı uyruklu kişi ve kişilerle irtibatlı olarak darbe teşebbüsüne katıldığı savunuldu.
Yine Kavala’nın Barkey ile cep telefonlarının aynı zaman diliminde aynı baz istasyonundan gelen sinyalleri yayınladığı savunulan kararda, “Kavala'nın 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün karar sürecine katılmış olabileceği” iddia edildi.
Üçüncü tutuklama “casusluktan”
Bu da yetmedi. Kavala, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine 9 Mart 2020 tarihinde bu kez “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme” suçundan tutuklandı. Bu tutuklamanın gerekçesi de Gezi ve 15 Temmuz tutuklamalarındaki gibi yine ortak baz, restoranda görüşme gibi “Barkey ile olan irtibat” oldu.
Bu arada Başsavcılık, “casusluk” suçundan tutuklamanın ardından 20 Mart 2020 tarihinde “darbeye teşebbüs” suçu yönünden “tutukluluk süresi üzerinden 2 yıl geçtiği” gerekçesiyle Kavala hakkında tahliye talep etti. Sulh ceza hâkimliği de Kavala’yı tahliye etti. Oysa Kavala, darbeye teşebbüsten gözaltına alındığında, daha önce bu suçlama ile Gezi davasında tutuklandığını ve tahliye edildiğini anımsatarak, 2 yıllık tutuklama süresinin dolduğunu söylemişti. O zaman bunu dikkate almayan savcılık ve hâkimlik, casusluk suçundan tutuklama verilince artık darbeye teşebbüsten Kavala’nın tutuklu kalmasına ihtiyaç duymadı.
AYM ayarlı iddianame
Anayasa Mahkemesi, bu süreçte bireysel başvuruda bulunan Osman Kavala’nın başvurusunu 29 Eylül 2020’de görüşme kararı aldı. Ancak görüşmeden bir gün önce 28 Eylül’de dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz, Kavala hakkında sürpriz bir iddianame hazırladı. İddianamede, Kavala’nın anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ile hükümetin ve TBMM’nin görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından üç kez ağırlaştırılmış müebbet ile casusluk suçundan 20 yıla kadar hapsi istendi. Başsavcı İrfan Fidan’ın onayladığı iddianamede Henri Barkey de şüpheliydi.
Yüksek mahkeme, bu yeni hukuki durum karşısında görüşmeyi erteledi. Çünkü eğer ihlâl kararı çıksaydı, iddianame hazırlandığı için mahkemenin kararı uygulamama durumu ortaya çıkabilirdi. Bu iddianameden sonra Hasan Yılmaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Adalet Bakan Yardımcısı yapıldı. Bu, Yılmaz için ödüldü.
İddianamede, temel olarak Henri Barkey ile görüşme iddiaları “casusluk” ve “darbeye teşebbüs” suçunun delili olarak gösterildi. Kavala, Gezi davasında mahkeme tarafından suçsuz bulunmasına karşın, savcılık Kavala’yı yine “Gezi’nin organizatörü” olarak gösterdi. Şu ifadeler savcılığın iddianamesine girdi:
“Uluslararası spekülatör George Soros’un Türkiye’deki temsilcisi konumundaki şüpheli Mehmet Osman Kavala’nın, bir plan ve senaryo dahilinde yürütülen Gezi Kalkışması’nın planlanmasında, uygulanmasında ve tüm ülke sathına yayılarak derinleştirilmesinde etkin rol oynadığı, kalkışma sürecinde yaptıkları provokatif paylaşımlar ve eylem çağrıları ile eylemcileri galeyana getirerek şiddet olaylarının tırmanmasına zemin hazırlayan Taksim Platformu’nu Mine Özerden aracılığıyla, Taksim Dayanışması’nı ise Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Ayşe Mücella Yapıcı aracılığıyla perde arkasından kontrol ettiği, kalkışmaya desteği artırmak ve eylemlerin ülke geneline yayılmasını sağlamak amacıyla yürütülen Forum Koordinasyon faaliyetlerini Hanzade Hikmet Germiyanoğlu aracılığıyla kontrol ettiği, kalkışmayla ilgili tüm uluslararası girişimleri bizzat kendisinin yönettiği ve eylemcilerin birçok ihtiyaçlarının da şüpheli Mehmet Osman Kavala tarafından karşılandığı tespit edilmiştir.”
Değişmeyen delil Henri Barkey ile “irtibat”
İddianamede, Kavala’nın 15 Temmuz darbe girişimine katıldığı iddiasının delili olarak Henri Barkey ile irtibat gösterildi. Barkey tarafından kullanılan telefon ile Kavala’nın telefonunun birçok defa aynı zaman diliminde aynı bölgeden sinyal aldığı, aynı mahalde bulundukları savunuldu.
Barkey’in 3 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye'den çıkış yaptığı ve 15 Temmuz 2016 tarihinde sabah saatlerinde darbe girişimini takip etmek amacıyla Türkiye'ye tekrar giriş yaptığı anlatılan iddianamede, Kavala’nın da Barkey’in Türkiye'den ayrılmasından sonra 6 Temmuz 2016’da Fransa'ya gittiği ifade edildi.
İddianamede, buna ilişkin “15 Temmuz darbe girişimi öncesindeki bu faaliyetlerinin hayatın olağan akışına aykırı bir şekilde darbe girişimi hazırlıkları ile kesiştiğini, bu durumun her iki şüphelinin de 15 Temmuz darbe girişiminden önceden haberdar oldukları ve darbe girişiminin altyapısını oluşturmak için yurt içi ve yurt dışı bir dizi bağlantı kurdukları anlamına geldiği” savunuldu. Buna karşılık iddianamede, Kavala’nın yurt dışında darbe girişiminin alt yapısını hazırlamak için somut olarak hangi fiilleri yaptığı açıklanamadı.
İddianamede, Kavala’nın Barkey ile 8 Ekim 2016 tarihinde saat 12:18’de 28 saniye, saat 16:06’da 36 saniye, saat 16:10’da ise 193 saniye görüşme yaptığı anlatıldı. İddianamede yine Kavala’nın darbe girişiminden hemen sonra 18 Temmuz 2016 tarihinde Barkey ve Büyükada’daki toplantıya katılan S.T., M.D. ile Beyoğlu ilçesindeki bir lokantada akşam yemeğinde görüştükleri, sonrasında Kavala’nın yurt dışına çıktığı belirtildi.
Başsavcılığa göre, kısıtlı dönemde Türkiye’ye gelmesine ve başvurucuyla ortak iletişimleri olmasına rağmen aralarında doğrudan iletişimin az olması, Barkey’in istihbari taktik ve usulleri bilmesinden ve uygulamasından, bu hususta Kavala ile birlikte özel bir gayret göstermesinden kaynaklandığı öne sürüldü. Savcılığın bu tezi, ileride Anayasa Mahkemesi tarafından da bizzat kullanılacaktı.
İddianamede, iki isim için şu ilginç yorumlar yapıldı:
“Kavala ve Barkey’in ülkenin sosyolojik, ekonomik ve siyasal tabanının analiz edilmesi, toplumun sinir uçlarının tespiti ve gerektiğinde bunların harekete geçirilebilmesi maksadıyla legal görünümlü ancak illegal amaca hizmet eden sivil toplum kuruluşları kurduklarını ve bunların desteklenmesini sağladıklarını, bu sayede toplumdaki ayrışmaların ortaya çıkarılmasında ve bunların derinleştirilmesinde araç olarak kullandıkları kurumlardan uygun şartlar altında faydalandıklarını değerlendirmektedir.”
“Yerel işbirlikçi” suçlaması
“Barkey’in doğrudan yabancı devlet istihbarat örgütleri ile organik bağ içinde bulunuyor olması ve bu kapsamda Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunması nedeniyle eylemlerinin, doğrudan devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçunu oluşturduğu” savunuldu. İddianamede, Kavala’nın da Barkey’in Türkiye'deki kolu ve yerel iş birlikçisi olarak faaliyet yürüttüğü ve onun eylemlerinin de aynı suça vücut verdiği iddia edildi.
Barkey’in 15-17 Temmuz 2016 tarihleri arasında Büyükada Splendid Otel’de “İran ve Komşuları” isimli toplam 15 kişinin katıldığı bir toplantı gerçekleştirdiği belirtilen iddianamede, bu toplantının darbenin takip edilmesi amacıyla göstermelik olduğu kaydedildi. Ancak bu toplantıda Kavala yer almazken, içeriğinde nelerin konuştuğunu savcılık dosyaya koyamadı. Hatta, soruşturma kapsamında ifadesi alınan resepsiyon görevlisi A.T., Henri Barkey’in bu sırada resepsiyona gelerek “darbe girişiminin erkenden önlenmesi iyi oldu, eğer fark edilmeseydi, çok kötü olabilirdi” dediğini aktarması, lehe durum olarak görülmedi.
Bu iddianameyi onaylayan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan ise 27 Kasım 2020’de HSK tarafından Yargıtay üyeliğine atanarak ödüllendirildi. Fidan, üyeliğinin dördüncü gününde, henüz tek bir dosya kapağı açmadan AYM üyeliğine aday oldu. Anayasa Mahkemesi’nin Kavala dosyasını görüşeceği 29 Aralık 2020 tarihi öncesinde İrfan Fidan, Yargıtay’dan en çok oyu alarak üç aday arasına girdi. Ocak ayında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından AYM üyeliğine seçildi.
AYM’de bir oy farkla ihlâl kararı çıkmadı
Tüm bu sürecin sonunda Anayasa Mahkemesi, 29 Aralık 2020 tarihinde Osman Kavala’nın bireysel başvurusunu görüştü. Görüşme kritikti. Yüksek mahkeme, Kavala’nın tutukluluğunun hukuki olmadığı ve makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediğine karar verdi.
İhlâl yok diyen sekiz üye, Kadir Özkaya, Muammer Topal, Burhan Üstün, Recai Akyel, Rıdvan Güleç, Yıldız Seferinoğlu, Selahaddin Menteş ve Basri Bağcı’dan oluştu. Bu isimlerden altısını Cumhurbaşkanı Erdoğan seçmişti.
Sekiz kişilik çoğunluk, gerekçeli kararını Mart ayında açıkladı. Kavala kararı gerekçesinde AYM’nin tutuklamalarla ilgili bugüne kadarki özgürlükçü içtihatları neredeyse yok sayıldı. Mahkemenin gerekçesinde kullandığı argümanlar ve dil, iddianamenin kopyası gibiydi. Gerekçe, yüksek yargıç üslubuyla değil savcı diliyle yazılmış gibiydi.
“Casusluk gizlidir, soruşturulması zordur”
Kararda, tutuklamaya ilişkin “suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti” bulunup bulunmadığı tartışıldı. Mahkeme, Kavala’ya neredeyse “Casus olmadığını ispatla” mantığıyla hareket etti.
“Soruşturma mercilerinin tespit ve değerlendirmelerine göre başvurucunun irtibatının bulunduğu Henri Barkey Türkiye aleyhine casusluk yapan bir kişidir” denilen kararda, ayrıca Barkey’in 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ve teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile irtibatı olduğunun ileri sürüldüğü anımsatıldı. Kararda, şu değerlendirme yapıldı:
“Doğası gereği gizlilik içinde işlenen casusluk türü suçların ortaya çıkarılmasında, bunlara dair delil ve olguların belirlenmesinde soruşturma mercilerinin diğer suçlara göre oldukça zor bir konumda oldukları hatırda tutulmalıdır. Dahası bu tür suçların konusunu oluşturan eylemlerin çoğu kez diğer ülkelerin istihbarat örgütleriyle iş birliği içinde icra edilmesi ve suçların faillerinin eylemlerini gizleme konusunda diğer şüphelilere göre daha fazla kabiliyet sahibi olması gibi olgular, bunlarla ilgili en azından soruşturmanın başlangıcında veya tutuklama gibi koruma tedbirlerinin uygulandığı aşamada aranan delil türü ve düzeyiyle ilgili kısmen farklı ölçütler benimsenmesini zorunlu kılabilir.”
Sinyal kesişmesi kuvvetli belirtiymiş
AYM kararında, kuvvetli suç belirtisi olarak iki iddianın “bütünüyle kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilebileceği öne sürüldü. Bunun ilki, Kavala’nın Henri Barkey ile bağlantısına dair “teşebbüsten hemen sonra bir lokantada görüşme, birçok farklı tarihte aynı mahalde bulunmaya işaret eden telefon sinyal bilgilerinin kesişmesi, bazı konferanslarda yüz yüze görüşme, aynı gün içinde birkaç kez telefonla konuşma” şeklindeki sav oldu.
Kararda, bunun yanı sıra casusluk suçuyla bağlantılı olarak Kavala’nın “PKK terör örgütünün ideolojisiyle ve iddialarıyla özdeşleştirilebilecek bazı projelere destek verdiği veya finansman sağladığı iddiasıyla ilgili olarak “başvurucudan ele geçirilen bir flash bellekteki ve cep telefonundaki tespitler” yer aldı.
“Kavala kaçabilir”
Mahkeme, tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığına ilişkin değerlendirmesinde ise Kavala’nın kaçabileceğini öne sürdü. Soruşturma dosyasındaki bilgilerden başvurucunun yurt dışında bulunan birçok kişinin, kurum ve kuruluşla bağlantısının olduğu anlaşıldığı iddia edilen kararda, şöyle denildi:
“Bu durumda isnat edilen suçun niteliği ve başvurucunun yurt dışı bağlantısı dikkate alındığında serbest bırakıldığı takdirde bir başka ülkeye kaçma ve burada yaşamını sürdürme imkânının diğer kişilere göre daha fazla olduğu söylenebilir. Yine tutuklamaya konu casusluk suçunun niteliği ve bu suçla ilişkili kişilerin imkân ve kabiliyetleri delillere etki edilmesi ihtimalini artıran bir faktör olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla soruşturma mercilerinin ve tutuklamaya karar veren Sulh Ceza Hâkimliğinin suçun niteliğine de vurgu yaparak başvurucuyla ilgili olarak delilleri etkileme tehlikesi ile kaçma şüphesinin bulunduğuna yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temelinin olmadığı söylenemez.”
Kararda, tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığına ilişkin ise sübjektif değerlendirmeler yapıldı. Kararda “bu nitelikteki bir suç bakımından tutuklama dışındaki diğer koruma tedbirlerinin yetersiz kalması söz konusu olabilir. Bu itibarla somut olayın koşullarında tutuklamaya konu suçun niteliği ve önemi ile suç için kanunda öngörülen yaptırımın ağırlığı göz önünde bulundurulduğunda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır” denildi.
“2 yıl 10 aylık tutukluluk makul”
Kavala’nın tutukluluğunun soruşturma aşaması için makul süreyi aştığına ilişkin iddiasını kabul etmeyen mahkeme, Gezi davasındaki tutukluluğuyla ilgili AYM’nin daha önceki başvuruyu da reddettiğini savundu. Ancak kararda, Kavala’nın daha sonra Gezi davasında beraat ettiği gerçeği gizlendi. Kararda, şu görüşler öne sürüldü:
“Başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve ayrıca devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından yürütülen soruşturmanın diğer suçlara ilişkin soruşturmalara göre zorluğu ve karmaşıklığı ortadadır. Bu bakımdan delillerin toplanmasındaki güçlük de dikkate alındığında soruşturma süreci bakımından bir özensizlik bulunmamaktadır. Bu bağlamda başvurucu hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin hürriyetten yoksun bırakılmanın meşru nedenlerinin belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olması, isnat konusu suçlara yönelik soruşturma/kovuşturma sürecinin yürütülmesinde bir özensizliğin tespit edilmemiş olması dikkate alındığında yaklaşık 2 yıl 10 aylık tutukluluk süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.”
Karşı oy veren 7 üye, 8 üyenin tezlerini çürüttü
Kavala kararına muhalafet eden Başkan Zühtü Arslan, Başkan Vekili Hasan Tahsin Gökcan, üyeler Engin Yıldırım, Hicabi Dursun, Celal Mümtaz Akıncı, Emin Kuz ve Yusuf Şevki Hakyemez, Kavala’nın tutukluluğunun hukuka aykırı olduğu görüşünü paylaştı. Bu üyelerden Hakyemez hariç, diğerleri Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde AYM üyeliğine atanmışlardı. Üyelerin karşı oy yazıları, Kavala davasını ve AYM’nin gerekçelerini çürütür nitelikteydi.
Karara karşı en dikkat çekici karşı oy, Başkan Zühtü Arslan’dan geldi. Arslan, Kavala hakkında AİHM’in suç işlediğine dair makul şüphe bulunmadığı, dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlâl edildiğine ilişkin kararına atıf yaptı. Arslan, yine Kavala’nın Gezi davasında beraat kararıyla birlikte tahliye edildiğine işaret etti.
Tutuklama tedbirinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik ağır bir sınırlama olduğunu belirten Arslan, “Bu nedenle tutuklamaya ancak zorunlu durumlarda ve kanuni şartları bulunduğunda başvurulabilir. Aksi takdirde tutuklama, kişinin kaçmasını ya da delilleri karartmasını engellemeye yönelik bir tedbir olmaktan çıkıp cezalandırma aracına dönüşebilir” dedi.
“Savcılık somut veriler ortaya koyamadı”
Tutuklama kararında suçlamanın temel dayanağının Kavala’nın Barkey ile olan irtibatı olduğuna dikkat çeken Arslan, soruşturma mercilerinin, Kavala’nın Barkey ile bağlantısıyla ilgili olarak ifadelerinin aksini gösteren somut veriler ortaya koyamadığını vurguladı. Gerek tutuklama kararında gerekse iddianamede birtakım varsayımlardan hareketle bazı çıkarımlar yapılarak yöneltilen soyut iddialar atılı suçun işlendiğine dair olgular olarak ifade edildiğini belirten Arslan, “Bunun ötesinde başvurucunun Barkey ile telefonla veya yüz yüze yaptığı belirtilen görüşmelerinin içeriğine ilişkin somut hiçbir bilgiye yer verilmemiştir” ifadesini kullandı.
Arslan, Kavala’nın Barkey ile ilişkisine dair en somut iddianın 15 Temmuz darbe girişiminden birkaç gün sonra Karaköy’de bir lokantada buluştukları ve görüştükleri konusunun olduğunu belirterek, “Başvurucu ısrarla böyle bir buluşma ve görüşme olmadığını, kültürel miras alanında uzman iki kişiyle gittiği lokantada kendisiyle karşılaştığını, Barkey başka bir grupla lokantaya gelerek ayrı bir masaya oturduğunu söylemiştir” dedi.
Soruşturma belgelerinde başvurucunun savunmasının ve tanık ifadesinin aksine bir belirti ortaya konulmadığına dikkati çeken Arslan, “Dahası bir an için böyle bir görüşmenin gerçekleştiği kabul edilse bile, bu görüşmenin içeriğine dair herhangi bir iddia bulunmamaktadır. Bu nedenle yapıldığı varsayılan böyle bir görüşmenin başvurucunun üzerine atılı casusluk suçunu işlediğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi mümkün görünmemektedir” tespitinde bulundu.
“Sinyal eşleşmesi delil olursa, herkes şüpheli olur”
HTS ve baz istasyonu kayıtlarından hareketle başvurucunun muhtelif tarihlerde Barkey ile görüşmeler yaptığı ileri sürüldüğünü anımsatan Arslan, şu görüşleri savundu:
“Aynı şekilde bir an için tüm bu görüşmelerin gerçekleştiği varsayılsa bile bunların içeriklerine dair hiçbir bilgi, dahası iddia dahi bulunmamaktadır. İstanbul’da doğup büyüyen ve Türkiye üzerine akademik çalışmaları bulunan Barkey ile telefon görüşmesi yapıldığı yönündeki kayıtlar, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçu bakımından kuvvetli belirti kabul edildiği takdirde, yıllar içinde bu kişiyle bir şekilde telefonla görüşmüş olan herkesin casusluk suçu bakımından kuvvetli şüphe altında olduğu ve dolayısıyla da tutuklanabileceği gibi hukuken hiçbir şekilde izah edilemeyecek bir durum ortaya çıkacaktır.”
“Dolayısıyla, yabancı istihbarat servislerine çalıştığı ileri sürülen bir akademisyenin görüştüğü kişilerin, görüşmelerin içeriğine dair herhangi bir tespit olmadan, salt bu görüşmeler nedeniyle casusluk suçunu işlediklerinin ileri sürülmesi ancak varsayıma dayanan ve soyut değerlendirmelerle mümkün olabilir” diyen Arslan, “Bu bağlamda, somut başvuruyla ilgili en önemli mesele başvurucunun tutuklandığı siyasal veya askerî casusluk suçunun varlığına dair kuvvetli belirti bir yana basit şüphenin dahi ortaya konulamamış olmasıdır” ifadesini kaydetti.
“Hangi gizli bilgiyi temin etti?”
Casusluk suçuna ilişkin bu bilgiler kapsamında somut olaya bakıldığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını tespit etmeye yönelik temel sorunun, “Başvurucu devletin gizli kalması gereken hangi bilgilerini temin etmiştir?” olduğunu belirten Arslan, bu sorunun cevabının ne tutuklama kararında ne de iddianamede bulunduğunu kaydetti. Daha da önemlisi başvurucunun hangi gizli bilgileri kimden, nasıl ve nerede temin ettiğine dair herhangi bir açıklama olmadığını ifade ederek, “kendisiyle ‘yoğun irtibatı’ olduğu varsayılan Barkey’in hangi gizli bilgilere sahip olduğu ve bunları nasıl temin ettiği de soruşturma belgelerinden anlaşılamamaktadır” değerlendirmesini yaptı.
ABD’de akademisyen ve bir düşünce kuruluşunda Ortadoğu analisti ve uzmanı olarak çalışan Barkey ile Kavala’nın gerçekleştirdiği iddia edilen görüşmelerin 2013-2016 yıllarına ilişkin olduğuna dikkat çeken Arslan, bu bilgilerin soruşturma sürecinin başlangıcından itibaren soruşturma makamlarının elinde olduğuna değindi: “Başvurucunun 9 Mart 2020 tarihinde casusluk suçundan tutuklanmasına delil olarak gösterilen irtibata dair bilgiler genel hatlarıyla 3 yılı aşkın bir süredir soruşturma dosyasında mevcuttur. Bu süre içine bir de casusluk suçundan tutuklamayı haklı kılacak, söz konusu irtibatın içeriğine dair yeni bir olgu ortaya konulabilmiş değildir. Bu nedenle Barkey ile irtibatın tespitinin üzerinden üç yılı aşkın bir süre geçtikten sonra başvurucunun casusluk suçundan tutuklanmasının neden gerekli olduğu soruşturma makamlarınca gösterilmemiştir.”
Kavala hakkında son üç yıl içinde temelde aynı delillere dayalı olarak üç kez tutuklama, üç kez tahliye ve bir kez de beraat kararı verildiğine vurgu yapan Arslan, Kavala’nın Barkey ile ilişkisinin baştan itibaren tüm tutuklama kararlarında yer aldığını anlattı. Her üç tutuklamada da Barkey ile olan ilişkinin “kuvvetli suç şüphesi olarak” gösterildiğini kaydeden Arslan, ikinci ve üçüncü tutuklamalarda Barkey görüşmelerinin içeriğine dair herhangi bir yeni bulgu ortaya konulmadığını ifade etti.
Arslan, “Sonuç olarak başvurucunun Barkey ile ilişkisine dair bilgilere soruşturma mercileri tarafından üç yılı aşkın bir süre önce erişilmesine, bu ilişkinin niteliğine veya kapsamına dair (yeni) tespitler bulunmamasına, aynı deliller nedeniyle daha önce iki kez tutuklama kararı verilmesine ve en önemlisi bunlardan birinde resen tahliye uygulanmasına karşın, aynı delillerin bu kez bireysel başvuruya konu siyasal veya askerî casusluk suçu bakımından tutuklamaya dayanak olarak kabul edilmesi tutuklama tedbirinin ölçüsüz olduğunu ortaya koymaktadır” dedi.
“Yurt dışına çıktı diye casus olamaz”
Bir STK’nin casusluk olarak nitelendirilebilecek faaliyetler yürüttüğünün soyut ve genel suçlamalarla değil, somut bilgi, belge ve olgulara dayanılarak gösterilmesi gerektiğinin altını çizen Arslan, “Aksi takdirde her STK, benzer suçlamalarla etkisiz ve işlevsiz hale getirilebilir” dedi. Arslan, kararında şu sorgulamaları da yaptı: “Başvurucuda ele geçirilen belgesellerin, belgesel çekimine destek olmasının, ‘Ermeni olayları’ üzerine toplantı organize etmesinin atılı suçla nasıl bir bağlantısının olduğu gösterilmemiştir. Başvurucunun 15 Temmuz öncesinde diğer yıllara oranla daha sık yurt dışına çıkması da delil olarak gösterilmiştir. Ancak bu seyahatlerin içeriğine, buralarda yapılan temasların ve en önemlisi isnat edilen suçlarla bağlantısına ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir. Dolayısıyla bu ve benzeri iddiaların, başvurucunun casusluk suçunu işlediğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi mümkün değildir.”
“Anayasal güvence işlevsiz kalır”
Çoğunluk üyenin gerekçelerine karşı çıkan Arslan, “Casusluk suçunun temel özelliğinin gizlilik olduğu tespitinden hareketle varsayımlara dayanan, soyut ve genel açıklamaların suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesi, son tahlilde Anayasa’nın ve kanunların kişi hürriyeti ve güvenliği bakımından sağladığı güvenceyi anlamsız ve işlevsiz kılabilecektir” dedi.
Başkan Vekili Hasan Tahsin Gökcan da Kavala’ya atılı suçlama ve tutuklama için gösterilen olgunun delil niteliğinde olmadığı ve tutuklamanın kanuni temelinin bulunmadığını vurguladı.
Üye Engin Yıldırım, karşı oy yazısında Kafka’nın Dava romanından alıntı yaptı. Romanda Josef K.’nın kendisini aniden bir hukuk sarmalının ve labirentinin içinde bulduğunu anımsatan Yıldırım, “‘Josef K. bir hukuk devletinde yaşıyordu… Bütün kanunlar sapasağlam yürürlükteydi…’ Somut olayımızda başvurucunun neredeyse aynı olguya ayalı suçlamalarla ve kuvvetli şüphe uyandıracak önemli yeni deliller ortaya konulmadan iki kez tahliye edilip üç kez tutuklanması da Kafkaesk bir hukuk sarmalına benzemektedir” dedi.
“Spekülatif yaklaşım”
Üyeler Hicabi Dursun ve Yusuf Şevki Hakyemez, ortak yazdıkları muhalefet şerhlerinde, “Spekülatif olmanın ötesine geçtiği ortaya konulamayan bir hukuksal yaklaşımın benimsenmesi sonucu verilen bir tutuklama kararına gerek Anayasa’nın 19. Maddesindeki boyutuyla ve gerekse Anayasa Mahkemesi’nin bugüne kadarki yerleşik içtihadında kabul ettiği haliyle tutuklamanın hukukiliği bağlamında ortaya konulan hukuki standardı karşılamasının mümkün olmadığını özellikle vurgulamak isteriz” dediler. Casusluk ile ilgili iddianın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmediğini, kuvvetli belirtinin varlığının temellendirilmediğini belirten iki üye, “casusluk suçu ile ilgili olarak dosyadaki delillerden hareketle şüpheliler arasındaki hiçbir telefon görüşmesi içeriği, toplantı konuşma dökümü veya başka bir somut veri ortaya konulmamıştır” tespitinde bulundular.
Üye Celal Mümtaz Akıncı ise “Başvurucudan elde edilen belgelerin, başvurucunun bir belgesel çekimine maddi destek sağlamasının, Ermeni olayları ile ilgili organizasyon tertip etmesinin, üzerine atılı darbeye teşebbüs ve casusluk suçları ile bağlantısını anlamak güçtür” dedi.
Üye M. Emin Kuz, başvurucunun aynı olgulara dayalı suçlamalarla iki defa tutuklanıp serbest bırakıldığı, ancak soruşturma makamlarının başvuru konusu üçüncü tutuklamanın ölçülü olduğuna dair gerekçelerinde bunun sebeplerinin yeterli ve tutarlı bir şekilde ortaya konulmadığını vurguladı.
Gezi davasına devam
Osman Kavala’nın ikinci Anayasa Mahkemesi başvurusunun sonuçlanmasından birkaç hafta sonra, 22 Ocak 2021 tarihinde ise bu kez Kavala’nın da aralarında bulunduğu dokuz kişi hakkında “Gezi davasında” verilen beraat kararları İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından bozuldu. İlk derece mahkemesine gönderilen davaya, Kavala’nın “darbe” ve “casusluk” suçlamalarıyla yargılanmakta olduğu dosyanın da birleşmesinin ardından, 21 Mayıs’ta devam edilecek. Böylelikle, Kavala açısından bu hukuk sarmalında beraatle biten dosya da yeniden açılmış oluyor.
Sonuç yerine
Osman Kavala ile ilgili sürecin tamamına bakıldığında, tüm bu yargılama zincirinin hukuki olmaktan çok siyasi olduğu ortaya çıkıyor. Tutuklama kararları, iddianameler, tahliye kararları, yeniden tutuklamalar gösteriyor ki bir “irade” Kavala’yı içeride tutmak istiyor.
Üç tutuklama, üç tahliye, iki dava, bir beraat, bir AİHM ihlâl kararı, iki AYM ret kararı verilen bir hukuk sarmalında Kavala hep aynı delil, hep aynı suçlama ile karşı karşıya bırakıldı. Ceza hukukundaki “aynı suçtan iki kez yargılama olmaz” (non bis in idem) ilkesine karşın Kavala’nın Henri Barkey ile irtibatından iki “darbeye teşebbüs”, bir “casusluk” suçu çıkarıldı, üç kez tutuklama kararı verildi.
Anayasada temel hak ve özgürlükleri koruma görevi verilen Anayasa Mahkemesi ise geçmişteki bütün içtihatları çiğneyerek, içeriği belli olmayan telefon görüşmeleri ve toplantılar üzerinden verilen “casusluk”tan tutuklanmayı hukuka uygun buldu.
AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın dahil olduğu yedi üyenin ısrarla “içeriği belli olmayan görüşmeler kuvvetli suç belirtisi olamaz” görüşüne rağmen, çoğunluk sekiz üye, Kavala dosyasına özgürlükçü bakmayı tercih etmedi. Bu durum, yüksek mahkemedeki değişimi de göstermesi açısından manidar.
Kuşkusuz, bu gerekçenin altında “ihlâl yok” diyen sekiz üyenin altısının (Sonradan İrfan Fidan’ın gelmesiyle sayı yedi oldu) Erdoğan tarafından atanmasının etkisi yatıyor. Bizzat Erdoğan’ın “Gezi’nin finansörü “ diyerek suçladığı Kavala’nın tutukluluğuyla ilgili AYM’nin çoğunluk üyeleri, hak ve özgürlüklerden yana değil, Erdoğan rejimini koruma güdüsüyle hareket etti.
Bugün bir mahkeme “sehven” Kavala’yı tahliye edecek olsa, savcılığın onu yeniden gözaltına aldırması sürpriz olmaz. Çünkü süreç hukuki olmaktan çoktan çıktı.
Bu tür bir hukuk sarmalının yaşandığı bir ülkede ne yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ne de hukuk güvenliğinin ötesinde yurttaşların can güvenliği olur.