Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

ANALİZ: Yargı reformu paketinden çıkan, cilalı ambalajda eski bir kutu

ANALİZ: Yargı reformu paketinden çıkan, cilalı ambalajda eski bir kutu

Düşünce ve basın özgürlüğünü ilgilendiren davalar açısından TMK’nın 7/2. maddesi en önemli sorunlardan biri olmasına rağmen bu maddedeki yeni düzenlemenin tek başına yeterli olmayacağı açık

 

KEMAL GÖKTAŞ

Kamuoyunda “Yargı Reform Paketi” olarak bilinen 7188 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 17 Ekim 2019’da TBMM’de kabul edildi. Kanun, 24 Ekim 2019’da Cumhurbaşkanı’nın onayından geçerek Resmî Gazete’de yayımlandı ve yürürlüğe girdi.

Bu yazıda, ağırlıklı olarak paketin düşünce ve basın özgürlüğünü ilgilendiren maddeleri ile bu özgürlüklerin kullanılmasının yargısal güvencesini oluşturan yargı bağımsızlığı ile ilgili düzenlemeler üzerinde durulacaktır.

“Terör örgütünün propagandasını yapma” suçu 

Yargı Paketi ile yapılan en tartışmalı düzenlemelerden biri Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçunu düzenleyen 7. maddesinin ikinci fıkrasına “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” cümlesinin eklenmesi oldu.

Kamuoyuna düşünce özgürlüğünün sınırlarının genişletilmesi olarak sunulan bu değişiklik bu suçtan mahkûm olan birçok kişinin tahliye edilmesine ve bazı davalarda beraat kararları verilmesine de neden oldu.

Oysa TMK’nın 7/2. maddesinde 2013 yılında yapılan değişiklikle salt bir terör örgütünün propagandasının yapılması dahi suç olmaktan çıkarılmış ve “şiddete teşvik” içermeyen düşünce açıklamalarının cezalandırılmayacağı düzenlenmişti. Halen yürürlükte olan maddede “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişinin, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı” hükme bağlanıyor. 

Bu düzenlemeye rağmen “terör örgütü propagandası” suçu neredeyse belirli konularda (Kürt sorunu, insan hakları ihlâlleri başta olmak üzere) iktidara yönelik her türlü eleştiriyi kapsayacak şekilde geniş uygulanıyordu. Özellikle sosyal medyaya yönelik polis takibi, HDP’li milletvekillerinin açıklamaları, gazetecilerin muhalif yorumları “örgüt propagandası” sayılarak gözaltı, yakalama, tutuklama, adlî kontrol kararları rahatlıkla veriliyordu.

Bu suçtan verilen cezalar, genellikle 5 yılın altında olmaları nedeniyle 20 Temmuz 2016 tarihinde istinaf mahkemelerinin göreve başlamasından sonra Yargıtay’da temyiz incelemesinden geçemiyordu. Yargı Paketi, aşağıda değinileceği üzere, düşünce özgürlüğünü ilgilendiren suçlara bir istisna getirerek temyiz yolunu açtı.

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin söz konusu madde ile ilgili kararlarında zaten “eleştiri ve haber verme sınırları içinde kalan” düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağı belirtiliyordu. Anayasa Mahkemesi’nin “Barış için Akademisyenler” ile ilgili kararında benimsediği Yargıtay içtihatlarında “Yazı veya sözler ile verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın kimliği, konumu, konuşulan yer ve zaman gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır” deniliyordu.

Kanuna içtihatlarda zaten yer alan ve kanun yapma tekniği açısından da zikredilmesi fuzulî olan bir kriterin eklenmesinin, uygulayıcıların hukuk dışı kararlarını sınırlamak konusunda açık bir “yasama organı ihtarı” olduğu düşünülebilir. Nitekim o tarihlerde düşünce açıklamalarına karşı en çok işletilen ceza maddelerinden biri olan ve “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçunun düzenlendiği Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesine de 2008 yılında benzer saiklerle “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” cümlesi eklenmişti.

Kanunun lafzına dahi aykırı yargı pratiğinin yaygınlığı nedeniyle, paradoksal olsa da TMK’nın 7/2. maddesinde “eleştiri” ve “haber” niteliğindeki düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağının belirtilmesi, elbette olumlu bir düzenleme olarak değerlendirilebilir. 

Nitekim değişiklik sonrası TMK’nın 7/2. maddesinden yapılan yargılamalarda bazı olumlu kararlar da verilmiştir. 

Örneğin, olağanüstü hâl (OHAL) döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Hayatın Sesi Televizyonu’nun yöneticileri Mustafa Kara, İsmail Gökhan Bayram ve Gökhan Çetin’e Yargı Paketi yürürlüğe girmeden önce “zincirleme şekilde örgüt propagandası” (IŞİD, TAK ve PKK) yaptıkları iddiasıyla verilen 3’er yıl 9’ar ay hapis cezası Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemesi 27. Ceza Dairesi tarafından “haber verme sınırlarını aştığı yönünde tam bir vicdani kanaate varılamadığı” gerekçesiyle bozulmuş ve beraat kararı verilmiştir. Karardaki “haber verme sınırlarının aşılmadığı” tespitinin kanun değişikliğinden önce de beraat gerekçesi olması gerektiği açıktır ancak değişikliğin mahkemelerin özgürlükçü yorum yapma olanağını artırdığı söylenebilir. 

Ancak düşünce ve basın özgürlüğünü ilgilendiren davalar açısından TMK’nın 7/2. maddesi en önemli sorunlardan biri olmasına rağmen bu maddedeki yeni düzenlemenin tek başına yeterli olmayacağı açıktır. 

Cumhuriyet ve Sözcü davaları

Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerinin yazar ve yöneticileri hakkında açılan davalarda da görüleceği üzere, yargı, yayın politikaları nedeniyle gazetelere ve gazetecilere “terör örgütüne yardım” suçlaması yöneltmeyi daha kestirme bir yol olarak görüyor. “Propaganda” ve “yardım” suçları arasında bir geçişkenlik kuran yargı, haber ve yazılarla ilgili sık sık bu maddeleri işletiyor.

Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerinin yargılandığı davada ağırlıklı olarak “terör örgütüne yardım” suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının Yargı Paketi öncesince bozulmasına rağmen Yargı Paketi yürürlüğe girdikten sonra yerel mahkemenin Yargıtay kararına direnerek mahkûmiyette ısrarcı olması, propaganda suçundaki düzenlemenin basın özgürlüğünü genişletmeye katkısının oldukça sınırlı olduğunu da gösteriyordu.

Sözcü davasında ise mahkeme, esas hakkındaki görüşünde gazetenin yazar ve yöneticileri hakkında “terör örgütüne yardım” suçundan ceza verilmesini isteyen savcılığa Yargı Paketindeki değişiklikler doğrultusunda yeniden değerlendirme yapması için süre verdi. Savcının tamamen gazetedeki haber ve yorumları delil göstererek sanıklara isnat ettiği suçun “propaganda” değil “yardım” suçu olduğu göz önüne alındığında, savcılığın yapacağı “değerlendirmenin” mütalaaya etkisinin ne olacağını kestirmek oldukça güçleşiyor.

Hatta bu durum, propaganda suçu için kanuna konulan açık bir düzenlemenin benzerinin “yardım” suçuna konulmaması nedeniyle haber, yorum ve düşünce açıklamalarının bundan sonra daha sık “yardım” suçu olarak cezalandırılmasına da neden olabilir. Nitekim, Cumhuriyet ve Sözcü davalarında yöneltilen suçlamanın “yardım” olması da bu olasılığı güçlendirmektedir.

Cumhuriyet ve Sözcü davaları örnekleri de gösteriyor ki, yargı bağımsızlığı ile ilgili sorunların çözülmediği, kolluğun siyasi iktidarın ajandasına bağlı olarak çalışmaya devam ettiği ve adil yargılama koşullarının oluşturulmadığı bir ortamda, bu açık düzenleme dahi sorunu çözmeye yetmeyecektir.  

Düşünce suçlarına temyiz hakkı

Kanun, ceza süresi 5 yıl veya daha altında kaldığı için temyiz hakkı bulunmayan ve istinaf incelemesinden geçtikten sonra kesinleşen bazı düşünce suçlarına temyiz hakkı getirdi. Buna göre, “Hakaret, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, kanunlara uymamaya tahrik, Cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama, silahlı örgüt ve halkı askerlikten soğutma, terör örgütlerinin bildirilerini ve açıklamalarını yayınlama, terör örgütü propagandası ile Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlarında verilen ceza 5 yılın altında olsa bile sanıklar Yargıtay’da temyize başvurabilecek.

Bu düzenleme, Cumhuriyet gazetesi davasında “silahlı örgüte yardım” suçundan 5 yılın altında hapis cezası alan sanıkların cezaevine girmesiyle gündeme gelmişti.

Bu davada yerel mahkeme, “terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım etme” suçundan Akın Atalay’ı 7 yıl 13 ay 15 gün, Orhan Erinç’i 6 yıl 3 ay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık’ı 7 yıl 6’şar ay, Bülent Utku’yu 4 yıl 6 ay, Aydın Engin’i 7 yıl 6 ay, Hikmet Çetinkaya’yı 6 yıl 3 ay, Güray Öz, Musa Kart, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör ve Önder Çelik’i 3 yıl 9’ar ay ve Emre İper’i 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm etmişti.

O tarihte yürürlükte olan kanuna göre 5 yılın altında ceza alan sanıklar Musa Kart, Güray Öz, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara ve Önder Çelik temyize gidemediği için haklarındaki mahkûmiyet kararları istinaf tarafından onanınca cezaevine girmişlerdi. 

Daha çok hapis cezası alan sanıkların temyiz hakkı bulunması nedeniyle cezaevine girmemelerine rağmen, daha az ceza alan sanıkların cezaevine girmesi ortaya absürd bir tablo çıkarmıştı. Çünkü Yargıtay, 5 yılın üstünde ceza alan diğer sanıklar hakkındaki temyiz incelemesi sonunda bozma kararı vermesi halinde, 5 yılın altında ceza alanlar “boşuna” yatmış olacaklardı.

Nitekim Adalet Bakanı başta olmak üzere iktidar yetkilileri de bu çelişkili durumu kabul ederek düzenleme yapılacağını söylemişlerdi. Ancak iktidar, kabul ettiği bu haksızlığı gidermek için düzenleme yapmayı geciktirince Cumhuriyet çalışanları 5 ay cezaevinde yatmak zorunda kaldı. Üstelik, Yargı Paketinin yürürlüğe girmesinden önce Yargıtay’ın diğer sanıklar için verdiği bozma kararı ile birlikte tahliye edileceklerdi.

Kanun, kesinleşen kararlar bakımından yürürlüğe girmesinden sonra 15 gün içinde başvuru şartını aradığı için bu süre 7 Kasım 2019 tarihinde doldu.

Nitekim, bu suçtan aldığı mahkûmiyet nedeniyle cezaevinde olan eski HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile Yeni Yaşam gazetesi yazarı Hüseyin Aykol, Cumhuriyet davası sanıklarından Emre İper ve gazeteciler Meltem Oktay, Uğur Akgül ve İdris Yılmaz’ın da aralarında olduğu pek çok kişi hakkında değişikliğin ardından tahliye kararları verildi. 

Düzenleme ilk etapta birçok davada sanıkların tahliye edilmesine neden olsa da düşünce özgürlüğü davalarında AİHM denetimini ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim olarak da yorumlandı. Buna göre istinaf mahkemesi kararıyla kesinleştiği için Anayasa Mahkemesi önüne götürülen davalarda Anayasa Mahkemesi karar vermekten kaçınıyordu. Başvuruların uzun yıllardır AYM önünde bekletilmesi nedeniyle başvurucuların AYM’nin etkili bir iç hukuk yolu olmaktan çıktığı gerekçesiyle doğrudan AİHM’e başvurmalarının önü açılacaktı. “Cumhurbaşkanına hakaret” suçu başta olmak üzere ihlâl kararı verilmesi yüksek olasılık olan bu başvurular açısından temyiz yolunun açılması Anayasa Mahkemesi’ni hemen karar verme yükümlülüğünden kurtardı ve başvuruların AİHM önüne götürülmesi sürecini de uzattı. (Bu görüşün ayrıntılı bir değerlendirilmesi için bkz. https://www.dusun-think.net/wp-content/uploads/2019/11/IFOD_Yargi_Reformu_Degerlendirmesi.pdf

İnternette erişim engelleme

Kanunla, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da da değişiklik yapıldı. 

İnternet siteleri hakkında verilen erişimin engellenmesi kararları, ihlâlin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verilecek. Ancak, “teknik olarak ihlâle ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlâlin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı” verilebilecek. 

Tutuklama süreleri

Kanunla, soruşturma aşamasında tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından 6 ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde ise 1 yılı geçemeyecek. Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar ve devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk; Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından ise bu süre 2 yıla kadar uzatılabilecek. 

Fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmamış çocuklar ise ağır cezalık olmayan suçlarda soruşturma aşamasında en fazla 3, ağır cezalık suçlarda en fazla 6 ay tutuklu kalabilecek. 15-18 yaş arasındaki çocuklarda ise süre 4 buçuk ve 9 ay olacak. 

Savcılara dava açmayı erteleme yetkisi 

Savcı, üst sınırı 3 yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı, yeterli şüphenin varlığına rağmen kamu davasının açılmasının 5 yıl süreyle ertelenmesine karar verebilecek. Suçtan zarar gören veya şüpheli, bu karara itiraz edebilecek. Bu yetki, uzlaştırma ve ön ödeme kapsamındaki suçlar ile suç işlemek için örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlar, kamu görevlisi tarafından görevi sebebiyle veya kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen suçlar ile asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hakkında uygulanmayacak.

“Yetersiz delille” hazırlanan iddianameler

Savcılıkların yeterli delil toplamadan iddianame hazırlayarak dava açmalarını önlemek için mahkemelere iddianamenin iadesi konusunda daha geniş yetkiler getirildi. Buna göre “Suçun sübutuna doğrudan etki edecek mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen iddianameler” iade edilebilecek. Soruşturma veya kovuşturma yapılması izne veya talebe bağlı olan (Cumhurbaşkanına hakaret suçu dahil) suçlarda izin alınmaksızın veya talep olmaksızın düzenlenen iddianameler de iade edilecek.

Avukatlara yeşil pasaport hakkı 

Kanun taslağının hazırlanması sürecinde Adalet Bakanlığı ile ortak çalışma yaptıklarını açıklayan Türkiye Barolar Birliği’nin en çok vurguladığı konuların başında avukatlara yeşil pasaport verilmesi geliyordu. Kanunla 5682 sayılı Pasaport Kanunu’na eklenen bir fıkra ile “Baro levhasına yazılı olan ve en az on beş yıl kıdemi bulunan avukatlara hususi damgalı (yeşil) pasaport verilmesi” düzenlendi. Ancak değişiklik, 15 yıl kıdemi bulunan avukatlara yeşil pasaport verilmesine bazı istisnalar getirdi. Buna göre, devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, milli savunmaya ve devlet sırlarına ilişkin suçlar ile casusluk suçlarından ve ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki bir suçtan hakkında soruşturma veya kovuşturma (dava) olan avukatlara 15 yıllık kıdemleri olsa dahi yeşil pasaport verilmeyecek. 

Avukatlara pasaport verilmesine ilişkin usul ve esaslar, Dışişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının olumlu görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenecek.

Hakkında mahkûmiyete ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadan veya mahkemelerin yurt dışına çıkışlarına tedbir uygulanmasına gerek görmediği avukatlara bu şekilde kanunla sınırlama getirilmesi önemli sayıda avukatın bu haktan yararlanamamasına neden olacak. Özellikle son dönemde muhalif avukatlara düşüncelerini açıkladıkları ya da müvekkilleriyle ilişkileri nedeniyle “silahlı örgüt üyeliği veya yardım” suçlamalarıyla açılan soruşturmaların sayısındaki artış dikkate alındığında düzenlemenin önemli hak kayıplarına yol açacağı endişelerinin de yersiz olduğunu söylemek mümkün değil.

Hukuk mesleğine giriş sınavı

Kanunla, avukatlık ve noterlik mesleklerine giriş için, yani bu mesleklerin stajına başlayabilmek için “Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı”nda başarılı olma şartı getirildi. Kanun, ayrıca adlî hâkimlik adaylığı sınavına girebilmek için de Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı’nı, idari yargı hâkimlik sınavına girebilmek için de “İdari Yargı Ön Sınavı”nı geçebilmeyi bir ön şart olarak düzenledi. Buna göre, hukuk fakültesi mezunları ile yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye’de denklik alanlar Hukuk Meslekleri Giriş Sınavı’na girebilecek. İdari Yargı Ön Sınavına ise programlarında hukuk bilgisine yeterince yer veren siyasal bilgiler, idari bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az dört yıllık yükseköğrenim yapmış veya bunlara denkliği kabul edilmiş yabancı öğretim kurumlarından mezun olanlar girebilecek.

Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı yılda en az bir defa, İdari Yargı Ön Sınavı ise iki yılda en az bir defa yapılacak. Sınavı Adalet Bakanlığı ile imzalanacak protokole göre Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı (ÖSYM) düzenleyecek. Test şeklindeki sınavdan 100 puan üzerinden en az 70 alanlar başarılı sayılacak. 

Sınavların yapılma şekli Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Yükseköğretim Kurulu, Türkiye Barolar Birliği ve Türkiye Noterler Birliğinin görüşü alınarak Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenlenecek.

Sınav, kanunun yürürlüğe girdiği 25 Ekim 2019’dan sonra ilgili yükseköğretim kurumlarına kayıt yaptıranlar hakkında uygulanacak. Yani ilk sınav en erken 2025 yılında yapılabilecek. 

Geçmiş yıllarda hâkimlik ve savcılık sınavları başta olmak üzere birçok sınavda ÖSYM’nin aldığı tedbirlere rağmen örgütlü kopya ve soruların önceden ele geçirilmesi olayları hatırlandığında Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı için de kaygıların olması doğal karşılanabilir. Son olarak Kasım 2019’da yapılan Arabuluculuk Sınavı’nda dahi çeşitli spekülasyonların olması sınavlara yönelik kaygıyı arttırıyor.

Hâkim ve savcı adaylarının eğitimi ve mesleğe alınmaları 

Hâkim ve savcı adaylığı sınavında iş hukuku alanından da sorular sorulmasını düzenleyen kanun, ayrıca hâkim ve savcı adaylarının mülakat sınavını yapan kurulun yapısını da yeniden düzenledi. Buna göre, önceki kanunda 5 olan Mülakat Kurulu’nun üye sayısı mevcut üyelere Hakimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreteri ile Türkiye Adalet Akademisi Danışma Kurulundan bir üyenin de eklenmesiyle 7’ye çıkarıldı.

Kurulun tamamı mevcut siyasi iktidar tarafından belirlenen yapısı değiştirilmedi. 15 Temmuz darbe girişimi ile yargıda yaygın bir Fethullahçı örgütlenme olduğu açığa çıkarılmasına rağmen, onlardan boşalan yerlere atanmak üzere yapılan hâkim ve savcı alımı sınavlarında da yine belirli cemaatlerin etkin olduğunun bilinmesi karşısında, yapılan değişikliğin bu durumu değiştirmeyeceği rahatlıkla söylenebilir. 

Hâkim ve savcı adaylarının eğitiminin Türkiye Adalet Akademisi’nce (TAA) yaptırılacağını düzenleyen kanun ayrıca eğitimlerini tamamlayan hâkim ve savcı adaylarının atanabilmek için geçmek zorunda oldukları yazılı sınavı yapma görevini de Eğitim Dairesi’nden alarak TAA’ya verdi. Ayrıca sözlü sınav kurulunda Eğitim Dairesi Başkanı yerine TAA Başkanının başkanlık etmesi düzenlendi.

Değişiklikle ayrıca TAA’da ders veren hâkim ve savcılara ve öğretim elemanı olarak atananlara haftalık 10 ders saatini aşan kısım için ders ücreti ödenmesi de hükme bağlandı.

Akademide ders vermekle görevlendirilen Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile hâkim ve savcılar, avukatlar, noterler ve alanında uzman kişilere de verdikleri her ders için ders ücreti ödenecek. 

Yeni yargılama usûlü: Seri muhakeme 

Kanunla, yeni bir yargılama usûlü olan “seri muhakeme usûlü” getirildi. Bu usûl, hakkı olmayan yere tecavüz, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, trafik güvenliğini tehlikeye sokma, gürültüye neden olma, parada sahtecilik, mühür bozma, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, kumar oynanması için yer ve imkân sağlama, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçları ile Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun, Orman Kanunu, Rulet, Tilt, Langırt ve Benzeri Oyun Alet ve Makinaları Hakkında Kanun, ve Kooperatifler Kanunu’nda yer alan bazı suçlarda uygulanacak.

Bu usûlün uygulanabilmesi için şüphelinin savcının yaptığı teklifi kabul etmesi ve mahkemenin de bu usûlün uygulanmasını onaylaması gerekecek. Şüphelinin teklifi kabul etmesi hâlinde savcı, “suçun kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında tespit edeceği temel cezadan yarı oranında indirim uygulamak suretiyle” yaptırımı belirleyecek. Örneğin 1 yıldan 3 yıla kadar hapis öngörülen bir suçtan dolayı bu usûl uygulanırsa, savcı 6 ay hapis cezası belirleyebilecek. Bu ceza paraya çevrilebilecek veya ertelenebilecek. Belirlenen bu cezayı şüphelinin ifadesini alan mahkeme hükme çevirecek.

1 Ocak 2020’de yürürlüğe girecek olan bu usûl, yaş küçüklüğü ve akıl hastalığı ile sağır ve dilsizlik hallerinde uygulanmayacak.

Basit yargılama 

Kanunla, yargı sistemine giren başka bir yargılama usûlü ise “basit yargılama usûlü” oldu. 1 Ocak 2020’den sonra uygulanmaya başlayacak bu usûl, asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adlî para cezasını veya üst sınırı 2 yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda uygulanabilecek. 

Bu usûle göre mahkeme, tarafların yazılı görüşlerini alarak duruşma yapmaksızın karar verebilecek. Mahkûmiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilecek. Bu kararlara itiraz yolu açık olacak. Bu usûl, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik hâlleri ile soruşturma veya kovuşturma yapılması izne ya da talebe bağlı olan suçlar hakkında uygulanmayacak. Bu kapsama giren bir suçun, kapsama girmeyen başka bir suçla işlenmiş olması hâlinde de bu usûl uygulanmayacak.

Sonuç

İktidarın Yargı Reformu Strateji Belgesi’ndeki hedeflere göre hazırlandığını açıkladığı kanun, yargının temel sorunlarına çözüm getirmekten uzak, daha çok yargının işleyişi içindeki bazı aksaklıkları gidermeye ve birçok suçta yargılama yerine “ön ödeme, savcının belirlediği cezaya razı olarak yargılanmaktan kurtulma ya da dosya üzerinden mahkemenin karar vermesi” gibi usûllere yer verdi. Terörle Mücadele Kanunu’ndaki “örgüt propagandası suçu” ile ilgili yapılan değişiklik, iddianamenin iadesi, tutuklama süresinin soruşturma aşamasında sınırlandırılması, düşünce suçlarına 5 yılın altında olsa bile temyiz hakkının getirilmesi gibi düzenlemelerin sorunları çözmekten çok öteleyen bir içerikte olması da kanunun yargının mevcut sorunları karşısında kayda değer bir iyileştirme sağlamayacağını göstermektedir.

Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi doğrultusunda hazırlandığı belirtilen kanunda yer alan düzenlemeler, yargının temel hak ve özgürlükleri sistematik biçimde ihlâl eden tutumunu değiştirmeyi değil, daha çok biriken iş yükünü yargılama dışı usûllerle çözmeyi amaçlayan bir kanun olarak kayda geçti.

Yukarı