Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
AİHM’nin özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade özgürlüğü dışındaki maddelerde inceleme yapmaya gerek görmeme ya da ihlal bulmama ısrarı gazetecilere yönelik baskıların arkasındaki gerçek amacın ortaya çıkarılmasını engellemektedir
Av. BENAN MOLU
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 25 Ocak 2022 tarihinde gazeteci Deniz Yücel’in tutukluluğuna ilişkin kararını açıkladı. AİHM, Die Welt isimli Alman gazetesinde muhabir olan Yücel’in 14 Şubat 2017-16 Şubat 2018 tarihleri arasında özgürlüğünden alıkonulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5. maddesine ve ifade ve basın özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesine aykırı buldu.[1] Mahkeme, Yücel’e manevi tazminat için 12.300 Euro, masraflar için 1.000 Euro ödenmesine karar verdi.
Söz konusu başvuru, aralarında Yücel’in de olduğu bir grup gazetecinin dönemin Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın kişisel maillerine eriştikleri iddiasıyla “örgüt propagandası” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamalarıyla tutuklanmaları üzerine yapılmıştı.[2]
Hatırlanacağı üzere, 2016 yılında RedHack olarak bilinen grup, Albayrak’ın kişisel maillerine eriştiğini duyurmuş, ardından Wikileaks, bu maillerin bir kısmını yayımlamıştı. 2016 yılının Aralık ayında polise gönderilen bir mektupta Albayrak’ın hacklenen maillerinin başka bir mail adresine gönderildiği, bu maillerin aralarında Yücel’in de olduğu 18 kişi ile paylaşıldığı iddia edilmiş, akabinde Yücel hakkında yakalama kararı çıkarılmıştı.
27 Şubat 2017 tarihinde, Hükümet’in özellikle Kürt meselesiyle ilgili ulusal ve uluslararası politikaları hakkında yazdığı yazılara dayanarak, “örgüt propagandası yapma” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlarını işlediği iddiasıyla Yücel’in tutuklanmasına karar verilmişti. Yücel, 14 Şubat 2018 tarihinde iddianamenin kabul edilmesinin ardından 16 Şubat 2018 tarihinde serbest bırakılmış ve Almanya’ya dönmüştü.
28 Mayıs 2019 tarihinde Anayasa Mahkemesi, Yücel’in tutuklanmasının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğine ve Yücel’e manevi tazminat olarak 25.000 TL, masraf ve harcamalar için ise 2.732,50 TL ödenmesine karar vermişti.
Temmuz 2020’de Yücel’e “örgüt propagandası” suçundan 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezası verilmişti.
İhlal iddiaları
Yücel, somut bir delil olmadan, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklandığını ve tutukluluğunun devam ettirildiğini belirterek Sözleşme’nin 5/1-c, 5/3 ve 10. maddelerinin; soruşturma dosyasına erişiminin olmadığını ve Anayasa Mahkemesi’nin başvurusunu süratle karara bağlamadığını belirterek Sözleşme’nin 5/4 maddesinin; tutukluluğunun yol açtığı zarar için tazminat alabileceği etkili bir yol olmadığını belirterek Sözleşme’nin 5/5 maddesinin ve eleştirel görüşleri nedeniyle siyasi sebeplerle tutuklandığını belirterek Sözleşme’nin 18. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla 6 Nisan 2017 tarihinde AİHM’ye başvurmuştu.
AİHM’nin kararı
AİHM, öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin Yücel’in başvurusunda hak ihlali kararı vermiş olması nedeniyle Yücel’in mağdur statüsünün devam edip etmediğini değerlendirmiştir. Hükümet’e göre, Anayasa Mahkemesi 28 Mayıs 2019 tarihli kararıyla Yücel’in kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verip başvurucuya yaklaşık 3.700 Euro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir ve bu koşullar altında Yücel’in herhangi bir mağduriyeti kalmamıştır. Yücel, Hükümet’in bu görüşlerine karşı beyanda bulunmamıştır.
AİHM ise, bu itirazı kabul etmemiş ve özellikle Yücel’in tutukluluğunun süresi dikkate alındığında Yücel’e verilen yaklaşık 3.700 Euro’luk manevi tazminatın söz konusu başvurunun koşulları ışığında açıkça yetersiz olduğunu belirterek Sözleşme’nin 34. maddesi uyarınca Yücel’in hala “mağdur” olarak kabul edilebileceğine karar vermiştir.
Daha sonra AİHM, yine Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararına dayanarak, Yücel’in gazetecilik faaliyetleri sebebiyle tutuklanmasını meşru kılacak somut deliller olmadığını, bu kadar ağır bir tedbirin demokratik toplumda gerekli ve orantılı kabul edilemeyeceğini, bu sebeple özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Mahkeme, Yücel’in gözaltına alındığı 14 Şubat 2017’den tahliye edildiği 16 Şubat 2018 tarihine kadar geçen özgürlüğünden alıkonma ve tutukluluk süresinin başvurucunun Sözleşme’nin 10. maddesi altında korunan ifade özgürlüğünün kullanımına yönelik bir müdahale olduğunu belirtmiştir. Bu müdahalenin kanun ile öngörülüp öngörülmediği bakımından Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 100. maddesi uyarınca bir kişinin suç işlediğine dair kuvvetli delillerin varlığı halinde tutuklanabileceğini ve bu delillerin yokluğunda başvurucunun hak ve özgürlüklerine yönelik bu müdahalenin, 10. madde altında kanun ile öngörülmediği için meşru kabul edilemeyeceğine karar vermiştir.
Mahkeme’ye göre, kişileri eleştirel görüşleri sebebiyle tutuklamak, tutuklanan kişiler ve tüm toplum için çeşitli olumsuz sonuçlar doğurur, çünkü bu davada olduğu gibi, kişiyi özgürlüğünden yoksun kılacak bir tedbir, ifade özgürlüğünün kullanımında sivil toplumu yıldırma ve muhalif sesleri kısma gibi caydırıcı etkiler yaratabilir.
Sözleşme’nin 5/1 maddesine ilişkin sonucu dikkate alan Mahkeme, Sözleşme’nin 5/3 maddesi uyarınca yetkililerin Yücel’in tutukluluğunu uzun bir süre devam ettirip ettirmediklerine ya da başvurucunun tutuklanmasını meşrulaştıracak gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” görülüp görülemeyeceğine karar vermeye gerek olmadığına karar vermiştir.
Yine Sözleşme’nin 5/1 ve 10. maddelerinin ihlal edildiğine karar verilen söz konusu davanın koşulları dikkate alındığında, AİHM’ye göre Anayasa Mahkemesi tarafından verilen miktar açıkça yetersizdir ve başvurucu uygun ve yeterli bir tazminat alamamıştır. Bunun sonucu olarak AİHM, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının söz konusu davada etkili bir yol olmadığına ve Sözleşme’nin 5/5 maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Türkiye hâkimi Yüksel ve hâkim Pejchal, bu karara katılmamıştır. Hâkimler, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal ve tazminat kararıyla Yücel’in 5. ve 10. madde altında mağdur statüsünün ortadan kalktığına, başvurucunun Hükümet’in bu yöndeki itirazına cevap vermemiş olmasının göz ardı edilemeyeceğine kanaat getirmiş ve başvurucunun şikayetlerinin Sözleşme’nin 35/3-a maddesi uyarınca kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle mağdur statüsünün bulunmadığından bahisle kabul edilemez bulunması yönünde karara şerh düşmüştür.
AİHM, Yücel’in soruşturma dosyasındaki kısıtlama kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki şikayetinde ihlal bulmamıştır. Mahkeme’ye göre, avukat ile temsil edilen Yücel, önce soruşturma makamları, daha sonra sulh ceza hâkimi olmak üzere yetkili makamlar tarafından dosyadaki delillere ilişkin detaylı bir şekilde sorgulanmış, dosyadaki delillere sınırsız bir şekilde erişme hakkından faydalanamamış olsa da tutukluluğunun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edebilmesi için gereken delillerin içeriği ile ilgili yeterli düzeyde bilgi sahibi olmuştur.
Hâkimler Bosnjak, Kuris, Lubarda ve Koskelo, AİHM’nin soruşturma dosyasına erişim hakkıyla ilgili içtihadı ile Türkiye davalarındaki içtihadının çeliştiğini belirterek bu yönden karara şerh düşmüştür. Hâkimlere göre, Türkiye makamlarının belirli dava türlerinde şüphelilerin soruşturma dosyasına erişimini sistematik olarak yasaklama uygulamasını benimsemesi ve bu tür bir önlemi haklı çıkaracak nedenlere ilişkin herhangi bir özel değerlendirme sunmaması sürekli tekrar eden bir sorun halini almıştır ve Mahkeme’nin bu tür uygulamalara artık müsamaha göstermemesi gerekmektedir.
Mahkeme, darbe girişiminden sonra yaşanan tutukluluklarda --Osman Kavala’nın başvurusu dışında-- Anayasa Mahkemesi’nin süratle karar verdiği yönündeki içtihadını bu başvuruda da devam ettirmiş ve Anayasa Mahkemesi’nin tutuklulukla ilgili başvuruda iki yıl iki ay sonra karar vermesinin Sözleşme’nin 5/4 maddesini ihlal ettiği iddiasını açıkça dayanaktan yoksun bularak reddetmiştir.
Başvurucunun eleştirel görüşleri sebebiyle siyasi amaçlarla tutuklandığı ve bunun Sözleşme’nin 18. maddesine aykırı olduğu iddiası ise, Sözleşme’nin 5/1 ve 10. maddeleri altında verilen ihlal kararları dikkate alınarak, ayrıca incelenmeye gerek görülmemiştir. Hâkimler Kuris ve Koskelo, özellikle Yücel’in tutuklanmasının, Alman makamlarının Nisan 2017'de yapılan referandum öncesinde Türkiye Hükümeti’nin üst düzey yetkililerinin siyasi mitinglerine izin vermeyi reddetmesine bir misilleme eylemi olarak görüldüğünü, Alman makamlarına Almanya'ya kaçan bazı kişilerin iade edilmesi karşılığında serbest bırakılmasına yönelik bir takas anlaşması için baskı yapmak amacıyla tutukluluğunun devam ettirildiğini, Cumhurbaşkanı’nın başvurucuya “Alman ajanı” ve “PKK temsilcisi” dediğini dikkate alarak Sözleşme’nin 18. maddesinin ihlal edildiği iddiasının ayrıca incelenmeye gerek bulunmamasını anlayamamış ve bu sonuca katılmamıştır.
Değerlendirme
AİHM’nin özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlali yönünden tahmin edilebilir olan bu kararı, Anayasa Mahkemesi’nin bu başvuru özelinde etkili yol olarak görülmemesi nedeniyle şaşırtmış, Sözleşme’nin 5/4 maddesi altında ileri sürülen soruşturma dosyasına erişim hakkı ve Anayasa Mahkemesi’nin süratle karar verme yükümlülüğü ve 18. maddenin ihlal edildiği iddiasının incelenmeye dahi gerek görülmemesi bağlamında Mahkeme’nin olumsuz içtihadındaki ısrarı nedeniyle hayal kırıklığı yaratmıştır.
AİHM, ikincillik ilkesine giderek daha fazla verilen önem nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin bazı şikayetler bağlamında etkili bir iç hukuk yolu olup olmadığıyla ilgili karar vermekten uzun bir süre kaçınmıştır ve Yücel’le ilgili Anayasa Mahkemesi tarafından verilen tazminatın açıkça yetersiz olması nedeniyle bu başvuruya özel olarak varılan “Anayasa Mahkemesi’nin etkili bir yol olmadığı” sonucu, bu anlamda bir ilktir ve ayrıca önemlidir.
Bu ne kadar önemli ve sevindirici bir gelişme ise, Sözleşme’nin 5/4 ve 18. maddeleri altında varılan sonuç da bir o kadar üzücüdür. Çünkü Mahkeme, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş başvuruları dışında, darbe girişiminden sonra muhalifleri susturma ve cezalandırma amacıyla verilen tutuklama kararlarını 18. madde altında ve yine Osman Kavala başvurusu dışında, Anayasa Mahkemesi’nin bu tutuklulukları süratle incelemediği iddiasını 5/4 maddesi altında incelemeyi ya da ihlal bulmayı reddetmektedir. Oysa hâkimler Kuris ve Koskelo’nun da belirttiği sebeplerle, böyle bir başvuruda 18. madde ihlali iddiasının, sonunda ihlal bulunmasa bile, mutlaka ayrıca incelenmesi gerekliydi.
Yine şerhlerde belirtildiği gibi, bu karar, Sözleşme’nin 5/4 maddesi altında soruşturma dosyasına erişimde AİHM’nin Türkiye’yle ilgili içtihadı ile diğer ülkelere karşı verilen içtihat arasında bir farklılığa gittiğini gösteren son karar olmuştur. Mahkeme’ye göre, geçmişte, A ve diğerleri v. Birleşik Krallık kararı ve sonrasında verilen kararlar doğrultusunda bir tutuklunun ve/veya avukatının soruşturma dosyasına erişim hakkına getirilen her türlü kısıtlamanın, kamu düzenine ilişkin önemli amaçlar ışığında kesinlikle gerekli olması ve bu önemli kamu menfaatinin gerekçelerinin ortaya konularak kanıtlanması halinde, şüphelinin haklarına kısıtlama getirilmesinden dolayı savunmada meydana gelen her türlü güçlüğün yargılama makamları önünde izlenen prosedürle yeterince telafi edilmesi gerekmektedir.
Ancak bu içtihada rağmen, AİHM’nin Türkiye’ye karşı davalarda bu konuda herhangi bir ihlal kararı vermemeye başladığı görülmüştür. Nitekim, yakın zamanda Atilla Taş ve Murat Aksoy kararlarında, bu kararlara şerh yazan hâkimler Bošnjak, Ranzonı ve Koskelo, AİHM’nin Türkiye davalarında A ve diğerleri v. Birleşik Krallık (Büyük Daire) kararında belirlediği ilkelerden farklı bir yaklaşım izlediğini tespit etmiştir.[3]
Bu bağlamda kararlara şerh yazan hâkimler, özgürlüğünden yoksun bırakılan bir kişinin tutukluluğunun yasaya uygunluğuna itiraz edebilmesi için hangi unsurun gerekli olduğunu değerlendirme görevinin Cumhuriyet Savcısı’na değil, avukata ait olması gerektiğini; avukatların savunmalarını yalnızca, makamlar, özellikle sorgulamalar sırasında, emniyet, Cumhuriyet Savcısı veya diğerleri tarafından sorulan sorulara dayanarak hazırlamalarının istenemeyeceğini; nitekim bir avukat için önemli olabilen delil unsurlarının yalnızca, müvekkilinin sorgulandığı delil unsurları olmadığını, bazı durumlarda, bir avukat için soruşturma dosyasında hangi unsurun bulunmadığını görmesinin daha büyük önem arz edeceğini, zira delil eksikliği tespitinin, bir tutuklunun özgürlüğünden yoksun bırakılmasına etkili bir şekilde itiraz etmesi için önemli bir unsur olabileceğini vurgulamıştır.
Önce Taş ve Aksoy kararlarının Büyük Daire’ye taşınması yönündeki istemin reddedilip bu kararların kesin hale gelmesi, şimdi ise Yücel kararı ile Mahkeme’nin soruşturma dosyasına erişim hakkıyla ilgili Türkiye bakımından farklı bir içtihat benimsemesini anlamak mümkün değildir.
Her ne kadar AİHM, tutuklanan gazetecilerin başvurularında özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verse de diğer maddeler altında inceleme yapmaya gerek görmemekte ya da ihlal bulmamaktaki ısrarı, özellikle Türkiye’de gazetecilerin gazetecilik faaliyetleri sebebiyle maruz kaldıkları baskıların arkasındaki gerçek amacın ortaya çıkarılmasını engellemektedir.
AİHM’nin 10 Kasım 2020 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çalışan gazetecilerin tutuklanmasıyla ilgili kararında hâkim Kuris, çok kıymetli bir şerh yazıp Mahkeme’yi bu hatadan dönmeye çağırmış ve “ufka bakmaya devam edelim” demişti.[4] Bu karar, o ufku bir adım daha öteye taşımıştır ve artık bu ısrardan dönülmesi gerekmektedir.
[1] İlker Deniz Yücel v. Türkiye, no. 27684/17, 25.01.2022. Kararın özet çevirisi için bkz: https://anayasagundemi.com/2022/02/07/ihamin-ilker-deniz-yucel-kararinin-ozet-cevirisi-gazetecinin-gazetecilik-faaliyetleri-sebebiyle-propaganda-ve-tahrik-suclarindan-tutuklanmasi-kanunilik-sartini-tasimaz-ozgurluk-ve/
[2] O gazetecilerden ikisi için bkz. Öğreten ve Kanaat v. Türkiye, no. 42201/17 ve 42212/17, 18.05.2021. Kararın özet çevirisi: https://anayasagundemi.com/2021/06/04/ihamin-kanaat-ve-ogreten-v-turkiye-kararinin-ozet-cevirisi-gazetecilerin-daha-once-wikileaks-tarafindan-ifsa-edilen-ve-bir-bakana-ait-olan-mailleri-yayimlamalari-sebebiyle-tutuklan/
[3] Atilla Taş v. Türkiye, no: 72/17, 19.01.2021 ve Murat Aksoy v. Türkiye, no: 80/17, 13.04.2021.
[4] Sabuncu ve Diğerleri v. Türkiye, no. 23199/17, 10.11.2020. Kararın ve şerhin çevirisi için bkz. https://anayasagundemi.com/2020/11/16/ihamin-sabuncu-ve-digerleri-v-turkiye-kararinin-cevirisi-cumhuriyet-gazetesi-yazar-ve-yoneticilerinin-tutuklanmasi-ozgurluk-ve-guvenlik-hakki-ile-ifade-ozgurlugu-ihlalidir/