Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
Genelge kamu görevlilerinin denetlenebilirliğini azaltmayı amaçladığından Anayasa’nın 2’inci maddesine; haber alma ve verme hürriyetine sansür getirme amacı olduğundan Anayasa’nın 28’inci maddesine, haber ve görüş alma ve verme özgürlüğünü ihlâl ettiğinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesine açıkça aykırıdır
Av. FİGEN A. ÇALIKUŞU
Emniyet Genel Müdürlüğü geçtiğimiz hafta çok tartışmalı bir genelge yayımlayarak eylemlerde ses ve görüntü kaydı alınmasını yasakladı. 1 Mayıs’tan yalnızca üç gün önce, 27 Nisan 2021 tarihinde yayımlanan 2021/19 sayılı genelgede şu ifadeler yer aldı:
“... Tüm vatandaşlarımız açısından özel hayatın gizliliği ve kişisel veri ihlalinin söz konusu olduğu bu tarz durumlarla genel kolluk personelimiz de sıklıkla karşılaşmaktadır. Bazen görevin yapılmasını engelleyecek boyuta ulaşan bu ihlaller, zaman zaman personellerimizin veya vatandaşlarımızın kişilik haklarına veya güvenliğine zarar verir şekilde çeşitli dijital platformlarda yayımlanmaktadır. … Personelimizin görevini ifa ederken bu tür ses ve görüntü alınmasına tevessül edecek davranışlara fırsat vermemeleri, eylemin veya durumun niteliğine göre kayıt yapan kişileri engellemeleri, kanuni şartları oluştuğunda adli işlem yapmaları gerektiği hususlarında tüm personelin bilgilendirilmesi...”
Bu talimat derhal uygulamaya konuldu. Genelgenin açıklanmasıyla birlikte kolluk güçleri, Ankara Kızılay’daki 1 Mayıs gösterilerini haberleştirmek isteyen basın mensuplarının elindeki cep telefonlarını aldı, zor kullanarak görüntü almalarını engelledi.
Anlaşılıyor ki, genelge ile verilen talimattan beklenen fayda, “özel hayatın gizliliği” gibi bir gerekçe dayanak yapılarak, esasen polisin bireylerin anayasal haklarını kullanmalarını engellemeye yönelik kullandığı orantısız güç görüntülerinin gizlenmesiydi.
Oysa demokratik bir hukuk devletinde yetki ile donatılmış olan kolluk biriminin aynı zamanda şeffaf ve hesap verebilir olması son derece önemlidir. Bir kamu hizmeti sunan ve bu anlamda kamu düzenini sağlamak ve korumak maksadıyla çeşitli yetkilerle donatılmış olan ve üstelik bu yetkilerle temel hak ve özgürlüklere kolayca müdahale etme imkânı olan kolluk personelinin denetlenebilir olması gerekir.
Genelgede basın ve haberleşme hak ve hürriyeti gözetilmiyor ve bu konuda istisna tarifi ya da düzenlemesi bulunmuyor. Bu hâliyle, kamuya açık alandaki, kamuyu ilgilendirdiği düşünülen toplumsal olaylarda gerek bireyin haberleşme hakkı gerekse basın emekçilerinin basın özgürlüğü tehlikeye girmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesine göre, “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar.”
Genelge içeriği tümüyle kamu görevlilerinin görevleri esnasında denetlenebilirliğini azaltmayı amaçladığından Anayasa’nın 2’inci maddesine; haber alma ve verme hürriyetine sansür getirme amacı olduğundan Anayasa’nın 28’inci maddesine; haber ve görüş alma ve verme özgürlüğünü ihlâl ettiğinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesine açıkça aykırıdır.
Basının, özellikle düzensizliğin önlenmesi ve başkalarının itibarının korunması açısından belirli sınırları aşmaması gerekmesine rağmen, yine de görevi --yükümlülükleri ve sorumlulukları ile tutarlı bir şekilde-- kamu yararını ilgilendiren tüm konular hakkında bilgi ve fikir vermektir.
AİHS 10. madde, yalnızca ifade edilen fikirlerin ve bilgilerin özünü değil, aynı zamanda bunların aktarılma biçimini de korumaktadır.
Basının sadece bu tür bilgi ve fikirleri yayma görevi yoktur; halkın da bunları alma hakkı vardır. Aksi takdirde, basın hayati önem taşıyan “kamu bekçisi” rolünü oynayamayacaktır.
Bu düzenleme, basın mensupları yönünden ihtiva ettiği hukuka aykırılık ve yol açtığı hak ihlâllerinin yanı sıra bireylerin de temel hak ve özgürlüklerini ihlâl etmekte, aynı zamanda hem ceza muhakemesi hukukunun yüzlerce yılda kazandığı hak arama ve delillendirme imkân ve usullerini hem haberleşme hakkını hem de savunma hakkını ihlâl etmektedir.
Anayasamızın 36’ncı maddesi uyarınca herkes meşru vasıtalarla hak arama hürriyetine sahiptir. Kişilerin hak arama hürriyetlerinin bir parçası olarak, işlenen suçu ispat amacı, kişisel veriler hukukunun istisnası olmanın ötesinde, hukuken korunması gereken bir üstün değerdir.
Öncelikle her bir birey, üstelik de kamusal bir alanda gerçekleşen bir olayı, suç şüphesiyle delillendirmek ihtiyacı hissedebilir. Bu, toplum hâlinde yaşamanın ve dayanışmanın doğal bir sonucudur. Özellikle kendisine ya da yakınındakilere yönelmiş bir suç eyleminin delillendirilmesi ise zaten hukuken korunma altındadır.
Ses ve konuşmaların kaydedilmesinin suç olarak değerlendirilebilmesi için öncelikle özel hayat ve özel hayatın gizliliği kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
TCK madde 134’ün gerekçesinde “başka suretle başkaları tarafından görülmesi mümkün olmayan bir özel yaşam olayı” denilmektedir. Buna göre, herkes tarafından bilinebilecek durumdaki olayların ve olaylar esnasında yapılan konuşmaların ses kaydının alınması, özel hayatın gizliliğinin ihlâli suçunu oluşturmamaktadır.
Çok daha önemlisi, bir suçun işlenmesi durumunda başka türlü delil elde etme imkânı yokken veya kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmalarının engellenmesi amacıyla ses ve görüntü alma durumunda da suçun oluşmayacağında tereddüt yoktur.
Bu bağlamda, savunmanın delil bulup kullanması da mahkemeye sunması da hem adil yargılanma hem de savunma hakkı kapsamındadır, vazgeçilemez bir haktır.
Bunun aksinin olması kişinin savunma hakkının elinden alınmasıdır ki bu durum bir insan hakları ihlâlidir.
Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir alanda kanunun emrine dayanarak yürütme organınca alınacak önlemlerin objektif nitelik taşıması ve idarenin keyfî uygulamalarına sebep olacak geniş takdir yetkisi vermemesi gerekir.
Temel hak ve özgürlükler alanında yasama organının keyfiliğe izin vermeyen, öngörülebilir düzenlemeler yapma zorunluluğu vardır. İdareye keyfî uygulamalara meydan verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınması temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin Anayasa’nın 13’üncü maddesi hükmüne de aykırılık oluşturacaktır.
Maalesef gerek ülkemizde gerekse dünyada kamu görevlisi polis memurlarının haksız, orantısız güç kullanmaları neticesinde yaşanan pek acı olaylar hafızalarımızdadır. Alınan ses ve görüntü kayıtları ile bu olaylar yargılama konusu yapılabilmiştir.
Devletin kamu görevlisinden önce vatandaşını koruma refleksi olduğu kabul edilir. Birey, silahsız, yetkisiz ve güçsüz taraftır.
Anayasa gereği devletin bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü uyarınca kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkına yönelen her türlü müdahaleyi önleme, önlenememiş müdahalelerde etkili soruşturma, kovuşturma ve failleri tespit etme ve cezalandırma yapması gereklidir.
Sonuç olarak hem basının hem de bireylerin anayasal haklarını yok sayan, keyfi ve hukuksuz uygulamalara, sansüre fırsat veren bu genelgenin demokratik hukuk düzeninde yeri yoktur. Hakkını kullanan kimse suçlu değildir, ceza verilemez. Anayasal hakkını kullananı engellemek üzere emir veren ve bu emri uygulayan suç işler.