Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

ANALİZ | Gazeteciye dokunmak: AYM ve AİHM kararları ışığında gazetecilerin haber takibi sırasında şiddete maruz kalması

ANALİZ | Gazeteciye dokunmak: AYM ve AİHM kararları ışığında gazetecilerin haber takibi sırasında şiddete maruz kalması

Gazetecilere yönelik şiddet hem olayların halka duyurulmasını engelleme hem de başta gazeteciler olmak üzere “bekçi köpeği” rolü oynayan tüm hak savunucularını ve kamuoyunu susturma amacı taşımaktadır

 

BENAN MOLU*

 

Yaptıkları haberler nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanmaları, haklarında soruşturma ve dava açılması ve hapis cezalarıyla cezalandırılmaları dışında, son aylarda gazetecilere haber takibi sırasında polisler tarafından uygulanan şiddet de gündemde.

 

TBMM Kamu Denetçiliği Kurumu, polis tarafından görüntü alması engellenen, telefonuna el konulan ve ters kelepçe takılarak gözaltına alınmaya çalışılan gazeteci Demet Aran’ın, haber takibi sırasında polisler tarafından engellenmesine ilişkin başvuruda ilk kez bu konuda karar verdi. Polis kalkanlarının kaldırılarak gazetecilerin görüntü almasının engellenmesinin basın özgürlüğünü ihlal etmediğine karar veren Kamu Denetçiliği, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne kolluk personeli tarafından kolluk görevinin ifası sırasında gazetecilik faaliyeti gerçekleştiren basın mensupları için uygun ortamın sağlanmasına azami özen gösterilmesi ve basın mensupları ile kurulacak ilişkilerde daha özenli bir dil kullanılması yönünde tavsiyede bulundu.[1]

 

Aran haber takibi sırasında engellenen ilk ve tek gazeteci değil. Aşağıda detaylı olarak anlatılacağı üzere, kendisi de haber takibi sırasında polis şiddetine maruz kalan gazeteci Beyza Kural’ın savunmasında yer verdiği gibi[2], Van’da basın açıklaması takip ederken görüntü alması engellenen Ruşen Takva, “seni elime alırsam gebertirim” denilerek tehdit edilen Fatoş Erdoğan, Ankara’da 1 Mayıs’ı takip ederken telefonu yere atılan Özge Uyanık, Ankara’da Eryaman-Esat davasını takip ederken darp edilen ve telefonu alınan Yıldız Tar, son dönemde bu şiddete maruz kalan gazetecilerden bazıları.

 

Ancak şüphesiz bu konu esas olarak, 26 Haziran 2021’de İstanbul’da düzenlenen Onur Yürüyüşünde AFP foto-muhabiri Bülent Kılıç’ın eylemleri takip ederken polis tarafından yere yatırılıp boğazına basılması, ters kelepçe yapılarak gözaltına alınması ve kamerasının kırılmasıyla ve son olarak Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya’nın, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ile söyleşi yaptığı sırada İhlas Haber Ajansı Gaziantep muhabiri Ahmet Demir’e tokat atmasıyla gündem oldu.

 

Bu yazıda, geçmiş yıllarda hep cezasızlıkla sonuçlanan gazetecilere haber takibi sırasında yönelen polis şiddetiyle ilgili Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları incelenecek.

 

Gazetecilerin oynadığı “bekçi köpeği” rolü

 

Anayasa Mahkemesi’nin ve AİHM’nin yerleşik içtihadına göre, ifade ve basın özgürlüğü demokratik bir toplumun vazgeçilmez temellerinden birini teşkil eder ve demokrasinin işleyişinin, toplumun gelişiminin ve her bireyin kendi kendini geliştirmesinin temel koşullarından birini oluşturur[3]:

 

“Hukuk devleti çerçevesinde yönetilen bir ülkede basının üstün rolünü unutmamak gerekir. … Basın özgürlüğü, kamuoyuna, siyasi liderlerinin fikir ve tutumlarını keşfetmek ve görüş oluşturmak için en iyi araçlardan birini sunmaktadır. Özellikle siyasetçilere kamuoyunun görüşlerini dile getirme ve yorumlama fırsatı vermektedir; böylece demokratik bir toplum kavramının özünde bulunan özgür siyasi tartışmaya herkesin katılması sağlanır.”

 

Gazeteciler de özellikle kamuoyunun bilgi ve fikir alma hakkı yönünden “bekçi köpeği” rolü oynayarak bilgi/haber verme ve denetleme işlevi görmektedir. Basın, hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir devlette üstün bir rol oynamaktadır.

 

Anayasa’nın 17. maddesi ile AİHS’nin 3. maddesi bağlamında insanlık dışı muamele yasağı ve etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü

 

Gazetecilerin haber takip ederken polisler tarafından yaralanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi, üç ihlal kararı vermiştir. Bu kararlardan ilki, 2014 yılında Gezi Parkı olaylarının yıldönümünde basın açıklaması ve anma gösterisi yapmak isteyen grubun Taksim Meydanı’na çıkmasının engellenmesini haberleştirmek isteyen gazeteci Erdal İmrek’in ve diğer gazetecilerin etrafının polisler tarafından sarılmasına, gazetecilerin polis kalkanlarının arasına alınmasına ve daha sonra “süpürme” yöntemiyle oradan uzaklaştırılmasına ilişkindir.[4] Başvurucu bu sırada polisler tarafından tekme, tokat ve yumruklarla darp edilmiş, 30 santimetre mesafeden biber gazına maruz kalmış ve kısa süre içerisinde gözaltına alınmıştır.

 

Anayasa Mahkemesi, söz konusu başvuruda, devlet gözetiminde olduğu sırada başvurucunun yaralandığını ve biber gazına maruz kaldığını, sunulan fotoğraflar ve görüntülerde polisin güç kullanımının zorunlu olduğunu, başvurucunun kendi kendisini yaraladığını ya da diğer gazetecilerin onu darp ettiğini gösteren bir unsur olmadığını dikkate alarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir.[5]

 

Bu kararı, Beyza Kural başvurusu takip etmiştir.[6] YÖK’ün kuruluş yıldönümü protestolarında İstanbul Üniversitesi’ne giden gazeteci başvurucunun öğrencilere yönelik saldırıyı çekmek isterken sarı basın kartını göstermesine ve defalarca yüksek sesle basın mensubu olduğunu söylemesine rağmen sivil giyimli polisler tarafından “Hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size” denilerek ters kelepçeyle gözaltına alınması ihlalle sonuçlanmıştır.

 

Anayasa Mahkemesi, kelepçe takmanın tek başına her olayda kötü muamele olarak nitelendirilemeyeceğini, ancak, “Hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size” ifadesiyle ve bunun meslektaşlarının da tanık olabileceği şekilde yapılmasıyla birlikte değerlendirildiğinde polis memurunun başvurucuyu küçük düşürme ve bir nevi ders verme amacıyla kasıtlı olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne zarar verdiği kanısına varmıştır.[7] Bu sebeple, başvurucunun kelepçelenerek gözaltına alınmasının Anayasa’nın 17/3 maddesinin gerektirdiği asgari vahamet eşiğini aşarak insan haysiyetiyle bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.

 

Her iki başvuruda da başvurucuların polisler hakkında yaptığı suç duyurusunun, fotoğraf ve kamera kayıtlarına rağmen, polislerin zor kullanma yetkisini aşmadıkları gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlandırıldığı görülmüştür. Anayasa Mahkemesi, iki başvuruda da, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini ve polislerin zor kullanmalarını gerektirecek somut bir neden yokken kuvvet kullanımının koşullarının oluşup oluşmadığının ve zorunlu olup olmadığının değerlendirilmemesini ve failin tespiti için atılması gereken adımların zamanında atılmaması, olayın aydınlatılması için gereken delillerin elde edilmesi için çaba sarf edilmemesi ve soruşturmaya yönelik yaklaşımın yeterli duyarlılıkta olmamasını insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali iddiasını etkili şekilde soruşturma yükümlülüğünün ihlali olarak kabul etmiştir.[8]

 

Son olarak gazeteci Gökhan Biçici’nin 2013 yılında Gezi Parkı eylemlerini takip ederken polisler tarafından “Alın bunu götürün, bir apartman boşluğuna işini bitirin" denerek alındığı, yerde cenin pozisyonunda yatarken polisler tarafından kafasına ve kasıklarına vurularak darp edildiği, kelepçelenerek gözaltına alındığı ve burada da darp ve tehdit edilerek saatlerce bekletildiği, bu şiddete karşı önce daimi arama kararı daha sonra ise kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği başvuruda Anayasa Mahkemesi, 17. maddenin esas ve usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir.[9]

 

Anayasa Mahkemesi, başvurucunun bizzat şiddete başvurduğu veya kolluk güçlerine direndiğine dair tutanak veya görüntü bulunmadığını ve başvurucunun kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurulduğunu düşünmeye sevk edecek bir delil olmadığını belirterek, başvurucuya yönelik polis şiddetinin insan haysiyetiyle bağdaşmadığına karar vermiştir.[10]

 

Başvurucunun hem şikayet dilekçesinde hem de kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itirazda kendisini darp eden kolluk görevlilerinin çevik kuvvet ekibinin gaz silahı kullanmaktan sorumlu personeli olduğunu ve bu kişileri teşhis edebileceğini belirtmesine rağmen, soruşturmanın re’sen ve derhal başlatılmaması, soruşturma için yeterli bir çaba sarf edilmemesi ve mevcut kamera görüntülerinde kolluk görevlilerinin kimlik bilgilerinin tespit edilemediği gerekçesiyle soruşturmadan beş yıl sonra daimi arama kararı verilmesi, soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğüne aykırı görülmüştür.[11]

 

AİHM’nin de Najafli v. Azerbaycan kararında bu konudaki yaklaşımı aynıdır. Gazeteci olan başvurucunun 2005 yılında muhalefet partileri tarafından Bakü’de düzenlenen eylemi takip ederken polisler tarafından bilincini kaybedecek ve uzun süre tedavi altına alınacak derecede ağır bir şekilde dövülmesiyle ve soruşturmanın takipsizlikle sonuçlandırılmasıyla ilgili başvuruda AİHM, başvurucunun polisler tarafından özellikle başından coplandığını gösteren tanık beyanlarının ve fotoğrafların güçlü ve tutarlı deliller olduğunu ve hükümetin savunmalarında-yargı makamlarının da kararlarında aksini kanıtlayacak bilgi sunamadığını belirterek; polise karşı şiddet uygulamayan ve tehdit içermeyen başvurucuya böyle ağır bir şiddetin uygulanmasını gerekli ve ölçülü görmemiştir.[12] Gereksiz, aşırı ve kabul edilemez olan bu güç kullanımına karşı etkili soruşturma yürütülmemesi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesinin esas ve usul yönünden ihlal edildiğini göstermiştir.[13]

 

Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri ile AİHS’nin 10. maddesi bağlamında ifade ve basın özgürlüğü

 

Anayasa Mahkemesi ve AİHM, toplumsal bir olaya müdahale sırasında basın mensubu olduğu hususunda tereddüt bulunmayan gazetecilerin gazetecilik faaliyetine engel olacak şekilde kötü muameleye uğramasını ve gözaltına alınmasını, ayrıca ifade ve basın özgürlüğüne yönelik bir müdahale olarak da değerlendirmiştir. Anayasa Mahkemesi, sahada yer alan gazetecilerin görevlerini yaptıkları sırada şiddete uğramaktan korunmaları meselesine odaklanılması gerektiğini belirtilerek, mesleki faaliyetlerinin icrası sırasında kamu görevlileri tarafından yapılacak kötü muamelelerin gazetecilerin bilgi alma ve bilgi verme kabiliyetini ciddi şekilde engelleyeceğini vurgulamıştır.[14]

 

Nitekim İmrek, Kural ve Biçici başvurularında Anayasa Mahkemesi, mesleki faaliyetlerini yürüten ve o sırada göstericiler ile polis arasında meydana gelen olayları haber yapmak için yoğun bir çaba sarf eden gazeteci başvurucuların görüntü almalarının engellenmesini ve fiziksel müdahaleye maruz kalmasını, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik bir müdahale olarak değerlendirmiştir.

 

Bu müdahalenin ifade ve basın özgürlüğünü ihlal edip etmediğine karar verirken Anayasa Mahkemesi, üç noktayı dikkate almıştır. Bunlardan ilki, başvurucuların meydana gelen gösterinin katılımcısı olmaması ve polislerin bunun farkında olmasıdır.[15] İkinci nokta, başvurucuların basın kartlarını göstermeleri veya gazeteci olduklarını polislere söylemesidir. Üçüncü nokta ise, fotoğraf ve kamera kayıtlarından da görüldüğü üzere, gazetecilerin olayları haberleştirmek dışında bir amaçla polislerin o sırada görev yapmasını engellememesi, gösterici gibi davranarak polise karşı şiddet uygulamaması ya da tehdit oluşturmamasıdır.[16]

 

Bu üç noktayı bir arada değerlendiren Anayasa Mahkemesi, idari ve yargı makamlarının gazetecilerin görevini yapmasının engellenmesi için yasal ve meşru bir amaç olduğuna dair güvenilir bir kanıt sunamadığını tespit etmiş ve elindeki görüntülere dayanarak, böyle bir müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına ve ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.[17]

 

AİHM kararlarına bakıldığında, AİHM’nin de bu üç nokta üzerinden bir değerlendirme yaparak karar verdiği görülmüştür. Örneğin başvurucunun eylem sırasında diğer gazetecilerin giydiği mavi yeleği giymediği ancak boynunda basın kartını taşıdığı yukarıda anılan Najafli v. Azerbaycan kararında AİHM, hükümetin “polislerin başvurucunun gazeteci olduğunu bilme ihtimali olmadığı” yönündeki savunmasını kabul etmemiş ve boynunda basın kartı olan, müdahale sırasında gazeteci olduğunu söyleyen başvurucunun sadece gazetecilik yaparken bu sebeple bu kadar ağır bir şiddete maruz kalmasını yasal ya da meşru görmemiş, ifade ve basın özgürlüğüne aykırı bulmuştur.[18]

 

AİHM’nin bu konuya ilişkin kararlarında esas olarak gazeteci olan başvurucuların tutumunun baskın bir rol oynadığı anlaşılmıştır. Haftalık çıkan bir dergide fotoğrafçı ve gazeteci olarak çalışan başvurucunun Finlandiya koşullarında son derece büyük olan ve bütün medya kuruluşlarının yakından takip ettiği bir gösteride fotoğraf çekmesi ve gösteriden sonra da kapsamlı bir haber yapması istenmiştir. Gösteriden önce eyleme saldırı olabileceği yönünde istihbarat gelmiş ancak gösteri yine de yapılmıştır. Başvurucu da bu gösteriye katılmış, polis tarafından alanı terk etmesi istenince bunu reddetmiş ve 17 saat gözaltında tutulmuştur. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine yönelik şikayetinde AİHM Dairesi tarafından ihlal bulunmamıştır. Konunun Büyük Daire önüne gelmesi üzerine Büyük Daire, polisin alanı terk etmeye yönelik talimatına rağmen başvurucunun göstericilerle kalmasını, gazetecilere ayrılan ayrı ve güvenli alanı kullanmamasını, bilerek polis talimatlarına uymadığını, kendisinin gazeteci olduğunu polislere göstermek için bir çaba göstermediğini dikkate alarak, çatışan farklı menfaatler arasında bu tedbirin gerekli olduğuna karar vermiş ve Daire gibi, ifade ve basın özgürlüğünden ihlal bulmamıştır.[19]

 

Meclis haberlerini takip eden akredite gazetecilerin bütçe görüşmeleri sırasında Meclis’ten çıkarılmaya çalışılması ve gazetecilerin buna direnmesiyle ilgili Selmani ve diğerleri v. Makedonya kararında ise AİHM, aksi yönde bir sonuca ulaşmıştır.[20] Bütçe görüşmeleri sırasında Meclis başkanı konuşurken muhalefet milletvekillerinin başkanı susturmak için bağırması ve sıralara vurmaya başlaması üzerine güvenlik Meclis’e girip önce başkanı, daha sonra muhalefet vekillerini ve gazetecileri dışarı çıkarmaya çalışmıştır. Bazı gazeteciler dışarı çıkarken, bu kararın gerekçesinin kendilerine açıklanmadığını ileri süren başvurucular, halkın olanlardan haberdar olması gerektiğini söyleyerek çıkmayı reddetmiş ancak zorla dışarı çıkarılmıştır.

 

AİHM, Meclis’te yaşananların kamuoyunu ilgilendirdiğini, gazetecilerin bunu halka aktarma --halkın da Meclis’te olanları öğrenme-- hakkı olduğunu ve Pentikainen kararında da vurgulandığı gibi, gazetecilerin olay yerinden uzaklaştırılarak gazetecilik faaliyetinin engellenebilmesi için oldukça katı bir değerlendirme yapılması gerektiğini belirtmiştir.[21] Bunun için Mahkeme, başvurucuların tutumunu incelemeye karar vermiştir. Olay sırasında başvurucuların orada durarak sadece gazetecilik yaptığını, olaylara katkı sunmadıklarını ya da aktif olarak katılmadıklarını, kamu güvenliği için tehdit oluşturmadıklarını, bu sebeple başvurucuların dışarı çıkmayı reddetmelerinin “direnç” olarak görülemeyeceğini belirtmiştir.[22]

 

Bu üç kararda da AİHM, Anayasa Mahkemesi’nden farklı olarak bir noktayı daha dikkate almıştır: Gazetecinin haber alanından uzaklaştırılmaya çalışılmasının gazetecilik faaliyetlerine etkisi. Pentikainen kararında dahi AİHM, başvurucunun görüntü almasının hiçbir şekilde engellenmemiş, kamera gibi ekipmanlarına el konulmamış ve başvurucu hakkında cezai bir yaptırım uygulanmamış olmasını dikkate almış ve bunlar, gazetecinin “bekçi köpeği” rolünün zedelenmediği ve 10. maddenin ihlal edilmediği yönündeki kararında önemli bir etken olmuştur.[23] Bu yaklaşım Selmani kararında da tekrarlanmış, gazetecilerin Meclis’ten zorla çıkarılmasının halkın o an orada olanlardan an be an bilgi almasını engelleyecek ve çok hızlı bir şekilde etki/sonuç doğuracak bir müdahale olması, “bekçi köpeği” rolünün ve gazetecilik faaliyetinin icrasının engellenmesinde önemli bir kriter olarak görülmüş ve bu engellemenin acil toplumsal ihtiyacı karşılamadığına dikkat çekilmiştir.[24]

 

Sonuç yerine

 

Gazeteciler için Avrupa’nın ve hatta dünyanın en büyük hapishanelerinden biri olarak adlandırılan[25] Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğüne yönelik ihlaller, her geçen gün çeşitlenerek artmaktadır. Gazetecilerin gazetecilik yaptıkları sırada polisler tarafından engellenmesi, telefonlarına/fotoğraf makinalarına/kameralarına el konulması, bu sırada fiziksel ve sözlü şiddete maruz kalması, yukarıda yer verilen Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarında da gösterildiği gibi, bu ihlallerden biridir.

 

Gazetecilerin kendi başlarına gelen şiddet eylemlerini kanıtlamak için Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ye fotoğraf ve kamera kaydı sunmak zorunda kalmaları ve mahkemelerin bu delillere dayanarak ihlal kararı vermeleri bile tek başına, şiddetin kayıt altına alınmasının ve dolayısıyla gazetecilerin önemini ortaya koymaktadır.

 

Nitekim 27 Nisan 2021 tarihinde “özel hayatın gizliliğinin ihlali” ve ses ve görüntü kaydının “polisin görev yapmasını engellediği” gerekçeleriyle görevleri esnasında kolluk kuvvetlerinin ses ve görüntü kayıtlarının alınmasının engellenmesi ve ses, görüntü alanlar hakkında adli işlem yapılması için çıkarılan ve 11 Kasım 2021 tarihinde Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan genelge de tam da bu sebeple hazırlanmıştı.[26]

 

Bu genelgeyle birlikte değerlendirildiğinde, gazetecilerin haber takibi sırasında şiddete maruz kalması, yalnızca söz konusu kişinin şiddete ve engellemeye maruz kalmasına yol açmamakta, aynı zamanda hem takip edilen habere konu olayların --örneğin bir eylemde yaşanan şiddetin-- kamuoyuna duyurulmasını engelleme hem de başta diğer gazeteciler olmak üzere, “bekçi köpeği” rolü üstlenen hak savunucularını ve kamuoyunu susturma ve caydırma amacı taşımaktadır.[27]

 

Anayasa Mahkemesi’nin de belirttiği gibi, bu meseleler ile baş edilebilmesi için öncelikle başta yargı olmak üzere kamu gücünü kullanan organların gazetecilere yönelik muamelelerinde zihinsel ve kültürel değişiklikler yapılması gerektiği açıktır.[28]

 

*Avukat, insan hakları hukukçusu

 


[1] https://www.dw.com/tr/ombudsmandan-emniyete-iki-tavsiye-karar%C4%B1/a-60316673

[2] https://twitter.com/b__yaz/status/1407738693293596673

[3] Lingens v. Avusturya, 9815/82, 08.07.1986; Castells v. İspanya, 11798/85, 23.04.1992 ve Bekir Coşkun başvurusu, Genel Kurul, 2014/12151, 04.06.2015.

[4] Erdal İmrek başvurusu, 2015/4206, 17.07.2019.

[5] Erdal İmrek başvurusu, para. 52-55.

[6] Beyza Kural Yılancı başvurusu, 2016/78497, 12.01.2021.

[7] Beyza Kural Yılancı başvurusu, para. 57-59.

[8] Erdal İmrek başvurusu, para. 68-72 ve Beyza Kural Yılancı başvurusu, para. 62-65.

[9] Hüseyin Gökhan Biçici başvurusu, 2016/10643, 08.06.2021.

[10] Hüseyin Gökhan Biçici başvurusu, para. 72-75.

[11] Hüseyin Gökhan Biçici başvurusu, para. 78-83.

[12] Najafli v. Azerbaycan, 2594/07, 02.10.2012, para. 7-10, 37-39.

[13] Najafli v. Azerbaycan, para. 40-41.

[14] Erdal İmrek başvurusu, para. 86; Beyza Kural Yılancı başvurusu, para. 74 ve Hüseyin Gökhan Biçici başvurusu, para. 94.

[15] Erdal İmrek başvurusu, para. 89; Beyza Kural Yılancı başvurusu, para. 75 ve Hüseyin Gökhan Biçici başvurusu, para. 95.

[16] Erdal İmrek başvurusu, para. 89; Beyza Kural Yılancı başvurusu, para. 76-77 ve Hüseyin Gökhan Biçici başvurusu, para. 96.

[17] Erdal İmrek başvurusu, para. 90-91; Beyza Kural Yılancı başvurusu, para. 78-79 ve Hüseyin Gökhan Biçici başvurusu, para. 97-98.

[18] Najafli v. Azerbaycan, para. 67-70.

[19] Pentikainen v. Finlandiya, Büyük Daire, 11882/10, 20.10.2015, para. 114-115.  

[20] Selmani ve diğerleri v. Makedonya, 67259/14, 09.02.2017.

[21] Selmani ve diğerleri v. Makedonya, para. 75-76.

[22] Selmani ve diğerleri v. Makedonya, para. 80-81.

[23] Pentikainen v. Finlandiya, Büyük Daire, para. 114.

[24] Selmani ve diğerleri v. Makedonya, para. 84-86.

[25] https://rsf.org/en/news/turkey-worlds-biggest-prison-journalists ve https://www.amnesty.org/en/latest/news/2019/05/turkey-the-worlds-largest-prison-for-journalists/.

[26] https://www.dw.com/tr/dan%C4%B1%C5%9Ftay-emniyet-genelgesinin-y%C3%BCr%C3%BCtmesini-durdurdu/a-59790457.

[27] benzer yönde bkz. Khadija Ismayilova v. Azerbaycan (no. 2), 30778/15, 27.02.2020.

[28] Erdal İmrek başvurusu, para. 85.

Yukarı