Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

ANALİZ | Olası "etki ajanlığı" yasa tasarısı: "Cadı avı" başlayabilir

ANALİZ | Olası

Şu anda taslak aşamasında olan yasa metni, bireysel ifade özgürlüğünü, akademik özgürlüğü, sosyal, siyasal, iktisadi ve teknik bütün mesleki faaliyetleri tehdit edecek nitelikte

Av. SERCAN KORKMAZ

“Etki ajanlığı” olarak adlandırılan ve Türk Ceza Kanunu’na (TCK) eklenmesi planlanan yeni bir suç tanımı, geçtiğimiz günlerde Türkiye kamuoyunun gündemine girdi.

Dünyada giderek artan popülizm ve otoriterleşme eğilimi ile birlikte resmî politika yürütücüleri ve uygulayıcılarının benimsediği “güvenlikçi” yaklaşım, toplumların bireysel ve kolektif hak ile özgürlüklerinin baskılanmasına yol açıyor. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) devlet kurumlarının ve popülist politikacıların, toplumsal düzene yönelik güvenlikçi yaklaşımları giderek artıyor. Özellikle Rusya ve Çin’in, Avrupa ve ABD tarafından ciddi bir tehlike olarak tanımlanması, Batı ülkelerindeki iç kamuoyunun da baskıcı kurallar ve uygulamalar ile çevrelenmesine neden oluyor. Bu tip girişimleri, devletlerin hali hazırdaki güvenlik algılarının özgürlükler aleyhine giderek artan oranda değişmesi olarak değerlendirebiliriz. “Etki ajanı” ve benzeri tanımlamalar ile yeni yasal düzenleme arayışlarını da bu kapsamda düşünebiliriz.

Gürcistan’daki siyasi iktidar, tam da bugünlerde Türkiye’de tartışılmaya başlanan “etki ajanlığı” tasarısına benzer bir metni yasalaştırmak için çaba gösteriyor. Gürcistan’da tasarıya karşı toplumda ciddi bir tepki olduğu, haberlere de yansımaya başladı. Tasarının, yasalaştığı takdirde antidemokratik uygulamalara yol açacağı konusunda endişe duyan kitleler, sokaklarda protesto gösterileri düzenliyor. Ceren Sözeri’nin Evrensel gazetesinde yayımlanan “Hibrit savaşlar döneminde ‘etki ajanlığı’” başlıklı yazısında Avrupa, ABD ve Gürcistan’daki duruma dair önemli değerlendirmeler ve tespitler yer alıyor.

Türkiye özelinde ise, hazırlıkları süren 9. Yargı Paketi kapsamında Meclise sunulması beklenen tasarının, ANKA haber ajansının 10 Mayıs 2024 tarihli haberinde yer verilen haliyle yasalaşması durumunda “ferman yüce padişahındır” uygulamalarına “merhaba” diyeceğiz gibi görünüyor. “Yüce padişahı” artık “yüce devlet” veya “yüce devlet yararlarını temsil eden makamlar” olarak da görmemiz son derece olası.

Şu anda taslak halinde olan metin üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak; öncelikle metnin yasalaşacağı varsayımı üzerinden yola çıkarak değerlendirme yapabileceğimizi ve kamuoyuna yansımış güncel alternatif bir bilginin yer almadığını dikkate almak zorundayız. Basında yer aldığı haliyle tasarı metni şöyle:

Diğer faaliyetler:

“Madde 339/A- (1) Bu bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda;

a) Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiyede bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar,

b) Türkiyede suç işleyenler, hakkında, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fiilin, bu bölümde düzenlenen suçlar dışında başka bir suç oluşturması halinde hem bu suçtan hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.

(2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.

(3) Suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.

(4) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.

Tasarının hukuki yönden incelemesine geçmeden önce belirtmeliyim ki, metni ilk okuduğumda aklımda canlanan durum, freni boşalmış bir kamyonun hızla üzerimize gelişi oldu. Üstelik tonlarca ağırlıkta yük taşıyarak. Yükün tamamını, “milli güvenlik, devlet çıkarı, milli fayda, stratejik önem, devletin güvenliği” gerekçeleri oluşturmakta.

Hukuki yönden ise bu tasarı adeta bir kanun metninin şekil ve saik yönünden nasıl hukuka aykırı hazırlanacağının bir örneği. Tasarı bütünüyle hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerinin dışında kalmış gözüküyor. Belirlilik ilkesi, kanunların taşıdığı anlamın objektif nitelikte olduğunun, her bir birey için aynı anlam ve içeriğe sahip olacağının, uygulayıcılar açısından ise keyfi değerlendirmelerden uzak tutulacağının güvencesini sağlar.

Öngörülebilirlik ise kanunun sağladığı hak ve yükümlülükler yönünden yoruma açık olmaması, kişiye ve duruma göre değişebilir nitelikte olmamasını ifade eder. Taslak metinde hem belirlilik hem de öngörülebilirlik ilkelerinden uzaklaşmak için özel bir çaba sarf edilmiş gibi görünüyor. Metnin bu haliyle uygulanması durumunda, söz konusu maddeden açılan davalar, Orta Çağ Avrupa’sındaki “cadı” yargılamalarını andıracak gibi duruyor.

Muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri, bilimsel araştırmalar, düşünsel üretimler kriminalize edilebilir

Maddenin birinci fıkrasında yer alan “devletin güvenliği” ile “iç veya dış siyasal yararları” tanımı ne belirli ne de öngörülebilir bir içeriğe sahip. Güvenlikten ne kastedildiği, iç ve dış yararların neler olduğu, bunları kimin belirleyeceği, muhalif fikirlerin nereye ve nasıl konumlandırılacağı konuları karanlıkta kalmaya devam ediyor. Devleti yöneten ve yönetecek siyasi iktidarın, iç ve dış politikaları tabu haline getirip, bu tabulara muhalif olan veya farklı fikirler taşıyanlara yargı baskısı ile yanıt verecek olması pek muhtemel. Bununla birlikte, yine metinde geçen “yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları” vurgusu, hukuk güvenliği açısından fazlasıyla sorunlu ve tehlikeli. Herhangi bir muhalif/alternatif inisiyatifin veya sivil toplum örgütünün fikirleri, içeriğinden bağımsız olarak “kimin çıkarına/kimin zararına” şeklinde bir değerlendirme ile suç kapsamına alınabilir. Muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri, sivil inisiyatifler, bilimsel araştırmalar, düşünsel üretimler, iktidar veya devlet kurumlarına ve uygulamalarına yönelik eleştiriler “bu kime yarar?” sorusu ile kriminalize edilebilir.

Tasarının başlığının “etki ajanlığı” olarak seçilmesi ise kasıtlı ve belirli bir amaca yönelik olabilir. “Ajan” kelimesi, toplumun büyük kesiminde olumsuz bir karşılığı olduğu varsayımıyla, tartışmalarda psikolojik üstünlük sağlamak için seçilmiş olabilir. Belki de trajik ve ironik olarak, buna da bir yönüyle “etki ajanlığı” diyebiliriz.

Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) resmî internet sitesinde “İstihbarat Sözlüğü” başlıklı bölümde “etki ajanı,” düşman topraklarında etki (nüfuz) operasyonları yürüten; fikrî yapısı, kariyeri, pozisyonu ve kişiliği itibarıyla, fert ve toplumlar üzerinde görüş oluşturma, mevcut görüşü güçlendirme ya da değiştirme imkân ve kabiliyetini haiz (görüş lideri) ajan olarak tanımlanmış.

Tanımın başındaki “düşman toprakları” ifadesinden, resmî olarak düşman ilan edilen bir devlet olması gerektiği anlaşılıyor. Vahim olan ise tanımda belirtilen “fert ve toplumda görüş oluşturma, güçlendirme ya da değiştirme” fiili ancak bir görüşün ifade edilmesi yoluyla mümkün olabilir. Yani kitapçılarda, akademik yayınlarda bulacağımız hemen hemen her metin ve bilimsel araştırma bu tanıma girebilir.

Demokratik bir toplumda demokrat, özgürlükçü bir görüşten etkilenilmesi, düşünsel bir faaliyetin haricinde nasıl bir “suç” oluşturabilir? Aksi durum, hali hazırda yasalarda suç olarak tanımlanmış durumda ve fazlasıyla uygulanıyor. Örneğin, ekolojiyi yok eden vahşi madencilik faaliyetleri hakkında analiz ve eleştiri içeren bir araştırma yazısının, toplumda farkındalık yaratarak Türkiye ekonomisine ciddi zarar verebileceği savunulabilir. Ya da Türkiye’deki uyuşturucu kullanımına dair bir araştırma yazısı, ülkenin millî menfaatleri bakımından zafiyet yaratacağı yorumu ile “etki ajanlığı” tanımı kapsamına sokulabilir. Böyle bir yasa ile toplumu ilgilendiren bir konudaki fikir, analiz veya değerlendirme içeren üretimler potansiyel tehdit olarak yorumlanıp, bilimsel araştırma ve ifade özgürlüğüne dair hak ve yükümlülüklerin belirliliği ve öngörülebilirliği ortadan kalkabilir.

Tasarı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlığı altındaki suçlara eklenilmek isteniyor. Bu suçlar, 326. ve 339. maddeler arasında düzenlenmiş. Söz konusu maddelerde “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgilerin çalınması, elde bulundurulması, değiştirilmesi, üçüncü kişilere verilmesi, açıklanması” şeklinde suçlar tanımlı. Bütün maddelerde ortak vurgu ise elde edilecek bilgi veya belgenin “gizli olması” gerektiğidir. Gizli bilgi ve belgeler, devlet kurumları tarafından gizlilik niteliği verilmiş ve sınıflandırılmış bilgi ve belgeleri içerir. Buradan anlaşılacağı üzere gizlilik niteliğine sahip, topluma açık olmayan, herhangi bir kişinin rahatlıkla ulaşamayacağı nitelikteki bilgi ve belgelere dair faaliyetler yasal olarak düzenlenmiştir. Ancak yeni tasarıda böyle bir sınırlama bulunmamakta. Tasarı bu haliyle yasalaşırsa, herkesin ulaşabileceği, açık kaynaklardaki herhangi bir bilgiyi kullanmak, bu bilgiden yararlanarak yapılacak bir araştırma veya analiz “etki ajanlığı” olarak değerlendirilebilecek.

Neyin suç olup olmadığına siyasi iktidar karar verecek

Metinde, böyle bir suç işlendiği iddiasıyla kovuşturma yapılması, Adalet Bakanı’nın, yani siyasi bir makamın iznine bağlanıyor. Tasarının yasalaşması halinde siyasi iktidar neyin suç olup olmadığına yine siyasi bir değerlendirme ile karar verecek. Aynı durum “Cumhurbaşkanına hakaret” suçu yönünden soruşturma başlangıcında ve “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama” suçu yönünden yine kovuşturma başlangıcında uygulanmakta.

Kişiler yönünden ifade özgürlüğünün açık ihlaline sebep olacak tasarı, yasalaşması halinde bireysel ifade özgürlüğünü, akademik özgürlüğü, sosyal, siyasal, iktisadi ve teknik bütün mesleki faaliyetleri tehdit edecek nitelikte. Akademik çalışmaların bu tasarının yasalaşması durumunda nasıl özgürce yürütülebileceği bir muamma. Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi halinde açık kaynaklardan yararlanılarak hazırlanan herhangi bir çalışma suç kapsamına dahil edilebilir. En çarpıcı olanı ise, Yükseköğretim Kurulu bünyesindeki yayımlanmış akademik tezler bile potansiyel “ajanlık faaliyeti” kapsamında değerlendirilebilir.

Tasarının yasalaşması halinde, hali hazırda İçişleri Bakanlığı denetimi altında olan sivil toplum örgütleri ve dernekler gibi tüzel kişiler varlıklarını ve faaliyetlerini bu yasanın gölgesinde sürdürmek zorunda bırakılacak. Hak ve özgürlükleri karanlık bir tünele sokacak bu şekildeki bir yasa metni, endişe ve karamsarlıktan başka bir şey üretmiyor.

Yukarı