Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
“Terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerini hedef göstermek” suçlamasıyla 2018 yılından bugüne dek en az 49 gazeteciye 37 dava açıldı. Son iki yılda bu suçlamayla iki gazeteci tutuklandı
Av. MELİKE POLAT
1991 yılından beri yürürlükte olan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) son yıllarda sıklıkla ifade ve basın özgürlüğünü cezalandırma aracı olarak kullanılmakta. Özellikle muhalif düşüncelerini açıklayan kişiler, siyasetçiler, akademisyenler ve gazeteciler sık sık “teröre destek” suçlarının faili ilan edilmekte.
Expression Interrupted platformu tarafından derlenen verilere göre 2018 yılından bugüne “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerini hedef göstermek” (TMK 6/1) suçundan en az 49 gazeteciye 37 dava açıldı. Bugüne dek bu suçlamayla iki gazeteci tutuklandı. Hatta öyle ki bu gazetecilerden biri, söz konusu suçlama nedeniyle bir yıl içinde iki farklı soruşturma kapsamında iki kez tutuklandı. Davaların 27’si atılı suçun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararıyla sonuçlanırken bir davada düşme kararı verildi. Dört dava gazetecilerin mahkûmiyetiyle sonuçlandı. Bu dosyalarda verilen cezalardan biri onandı, ikisi ertelendi, biri ise istinaf aşamasında. Halihazırda davaların beşi ise devam ediyor.
Bu “suç”un korkutma, caydırma ya da diğer gazetecilere gözdağı vermek amacıyla tabiri caizse Damokles’in kılıcı gibi kullanıldığı davalarda tutuklama kararları da giderek artarken neyle karşı karşıya olduğumuzu anlamanın zorunlu olduğu günlerden geçiyoruz.
Terörle Mücadele Kanunu’nun “Açıklama ve Yayınlama” başlığını taşıyan 6. Maddesinin ilk fıkrasında “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerinin açıklanması veya yayınlanması veya bu yolla terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” cezalandırılmaktadır. Bu suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da adli para cezası öngörülmüştür. 2006 yılına kadar terörle mücadelede görev almış kamu personelinin hüviyetini açıklama ve yayınlama suçuna bağlanan yaptırım para cezası iken 2006 yılında yapılan değişiklikle suçun yaptırımı 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasına dönüştürülmüştür.
Gazetecilerin kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yargı mensupları ve terörle mücadele süreçleri hakkında haber yapmaları, yargı kararlarını sorgulamaları, kamuoyunu bilgilendirme, hesap verme ve yargının bağımsızlığını koruma ve demokratik denetim açısından kritik öneme sahiptir.
Kamuya açık duruşmaların haberini yapmak, haber metninde hâkimin adını yazmak veya hâkimlerin verdikleri kararları eleştiren haberler yapmak, genel olarak basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilir ve bu tür eleştiriler, demokratik toplumlarda önemli bir rol oynar. Aynı değerlendirme, kamuoyunu ilgilendiren ve toplumun adalet sistemine dair bilgi sahibi olmasını sağlayan önemli belgelerden olan savcılık kararları açısından da geçerlidir.
Öngörülebilirlik ilkesine aykırı
Günümüzde “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerini hedef gösterme” suçlamasıyla açılan davalar, gazeteciler üzerinde baskı oluşturmanın yaygın yollarından biri haline gelmiştir. Söz konusu düzenleme, sınırlarının belirsizliği ve geniş yorumlanabilirliği nedeniyle gazetecilere yönelik yargısal tacizin kapısını açmaktadır.
Terörle mücadele eden kamu görevlilerinin kişisel bilgilerinin ifşa edilmesini ve hedef gösterilmelerini engellemeyi amaçlayan düzenleme, öngörülebilirlik ilkesine aykırı ve son derece muğlaktır. Terörle mücadele mevzuatında “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin” kimler olduğu düzenlenmediği için suçun mağdurunun kimler olabileceği konusunda ciddi tartışmalar bulunmaktadır. Bu suçun mağdurunun terörle mücadelede doğrudan görev almış olması gerekirken, “terörle mücadelede görev alma” kavramı uygulamada sorun yaratabilecek şekilde geniş bir biçimde yorumlanmaktadır. Oysa bu ifadenin aktif bir biçimde terörle mücadelede yer almış ya da istihbari destek sağlamış kamu görevlisi olarak dar biçimde anlaşılması gerekmektedir.
Mahkemelerce yapılan geniş yorum nedeniyle gazeteciler, sadece güvenlik güçleriyle ilgili değil, hâkim ve savcılarla ilgili yaptıkları haberler nedeniyle de “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerini hedef gösterme” suçlamasıyla yargısal tacize maruz kalmaktadır. Bu durum, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi tehlikeye atmakta, adalet sistemini eleştiren haberlere karşı caydırıcı bir ortam yaratmaktadır. Dolayısıyla, hukukun üstünlüğünü koruma sorumluluğu taşıyan yargı, bu tür suçlamalarla gazetecilerin ifade özgürlüğüne yönelik tehditlerin bir parçası haline gelmektedir.
“Hedef gösterme” suçunun unsurları
“Terörle mücadelede görev almış kamu görevlisini hedef gösterme” suçunun oluşması için belirli unsurların gerçekleşmesi gerekmektedir. Suçun oluşup oluşmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulan kriterler konusunda doktrinde tam bir uzlaşma sağlanamamışsa da genel itibarıyla, terörle mücadelede doğrudan görev almış bir kamu görevlisinin saldırıya, şiddete veya başka bir tehlikeye açık hale getirecek biçimde kimlik veya görev bilgilerinin kamuoyuna açıklanması ve bu açıklamanın kamu görevlisini hedef gösterme kastıyla yapılması gerektiği, açıklama neticesinde somut bir tehlikenin doğup doğmadığı değerlendirilerek hedef gösterilen kamu görevlisinin güvenlik riski altında kalmasına neden olabilecek her türlü bilgi paylaşımının suçun unsurlarını oluşturduğu kabul edilmektedir.
Gazeteciler açısından bu suçun kapsamının genişletilmesinin ifade özgürlüğü ile çatışma yaratabileceği dikkate alınarak gazetecilerin niyetleri, kamu yararı ve haberin içeriği mahkemelerce dikkatle incelenmelidir.
Hâkimler ve savcılar “terörle mücadelede görevli” mi?
Hâkimler ve savcılar “terörle mücadelede doğrudan görev alma” kriterine uymamalarına rağmen, gazetecilerin hâkim ve savcılar hakkında yaptıkları haberler nedeniyle TMK 6/1 suçlamasıyla karşı karşıya kalmaları son dönemde giderek yaygınlaşan bir uygulama haline gelmiştir. Bu durum, hukukun sınırlarını genişleterek TMK 6/1 maddesini gazeteciler üzerinde bir baskı unsuruna dönüştürmüştür.
Özellikle adalet sistemine dair eleştiriler ya da hâkim ve savcıların kararları hakkında yapılan haberler, hatta bir hâkim veya savcının atanmasına dair haberler bu tür suçlamalarla dava konusu olabilmektedir. Eleştirel bir haberde ilgili yargı mensuplarının isminin yer alması kamuoyunu bilgilendirme amacı taşıdığı halde, bu isimlerin “hedef gösterildiği” öne sürülerek gazetecilere davalar açılabilmektedir. Bu da Terörle Mücadele Kanunu’nun, aslında kapsaması gereken “güvenlik güçlerinin” dışında kalan kamu görevlilerini de kapsayacak şekilde kullanıldığını göstermektedir.
Hâkim ve savcıların verdikleri kararlar kamu denetimine ve eleştiriye açık olmak zorundadır. Ancak, bu kişiler hakkında yapılan haberler nedeniyle gazetecilerin “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerini hedef gösterme” gibi suçlamalarla yargılanmaları, ifade özgürlüğünün ihlali anlamına gelmektedir. Oysa gazetecilik, demokratik toplumlarda kamu görevlilerinin eylemlerini denetlemek ve halkı bilgilendirmek amacı taşır. Gazetecilerin adalet sistemine dair haber yapma hakkı, hukuk devleti ilkesi ile doğrudan bağlantılıdır.
Hâkim ve savcılarla ilgili eleştirel haberlerin bu suç kapsamına alınması, yargının tarafsızlığı ve hesap verebilirliği ilkesini de zedelemektedir.
İfade ve basın özgürlüğü dengesi
İfade ve basın özgürlüğü hakkı Anayasa’nın 26. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddeleriyle güvence altına alınmıştır ve ifade özgürlüğüne yönelik sınırlama ve müdahaleler, Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri ve AİHS 10/2 maddesi kapsamında kanunen öngörülen sınırlı sebepler ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir denge gözetilerek, hakkın özüne dokunulmadan gerçekleştirilmelidir.[1]
İfade özgürlüğüne getirilen müdahalelerin öncelikle zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olması ve başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olması gerekir. Aksi halde bu sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez.
İfade ve basın özgürlüğü, içeriği toplumu yakından ilgilendiren haber ve ifadeler bakımından çok daha güçlü bir koruma sağlamaktadır. Bu anlamda toplumu yakından ilgilendiren konulara ilişkin haber ve açıklamaların söz konusu olduğu durumlarda basın özgürlüğüne yönelik sınırlamalar dar bir biçimde yorumlanmalı, bu konulara ilişkin ifadeler ancak çok güçlü sebeplerin varlığı halinde sınırlandırılmalıdır.[2] Aksi yöndeki kararlar demokratik toplum kavramının tam merkezinde yer alan kamuoyunu ilgilendiren konular hakkında tartışma özgürlüğüne müdahale niteliğinde olacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında bir kişiyi gelecekte benzer beyanlarda bulunmaktan vazgeçirebilecek ifade ve basın özgürlüğünün kullanımına ilişkin yaptırım korkusunun, caydırıcı etkiye sebep olduğunu belirterek ifade ve basın özgürlüğü hakkının ihlaline hükmetmiştir.[3]
AİHM kararları ışığında “hedef gösterme” suçu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. maddesini çeşitli kararlarında incelemiştir. AİHM, terörle mücadelede görev alan kişilerin isimlerinin haberlerde yer almasının cezalandırılmasının otomatik olarak meşru görülemeyeceğini kabul etmektedir. Terörle mücadelede rol almış bir kişinin adının yayımlanmasının yasaklanmasına ilişkin kararlarında AİHM, “kişinin adının geçtiği olayı kamuoyunun bilmesinin gerekip gerekmediği, ilgili kişinin adının zaten kamuoyu tarafından bilinip bilinmediği, adı geçen kişiye yönelik şiddete tahrik sayılabilecek bir ifadenin kullanılıp kullanılmadığı” konularında değerlendirme yapılması gerektiğini belirtmektedir.
Her bir haber açısından, kimin, hangi bağlamda, hangi amaçla haber yaptığı, bu haberin iddia edilen tehlikeyi oluşturup oluşturmadığı, ismin daha önce başka vesile ile açıklanıp açıklanmadığı gibi birçok unsurun incelenmesi gerekmektedir. Nitekim, kamusal meselelerin kamuoyu tarafından açıkça tartışılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temelinde yer alan demokrasi, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü değerlerinin hayata geçirilebilmesi açısından mutlak gerekliliktir.
AİHM kararlarına göre ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemler dolayısıyla soruşturma ve kovuşturma açılması bile tek başına ifade özgürlüğüne müdahale oluşturur. Bu durumun, basının, basın ve ifade özgürlüğüyle güvence altına alınan işlevlerini yerine getirmekten imtina etmesine sebep olacağı ve dolayısıyla caydırıcı bir etkiye (chilling effect) sebep olacağı açıktır.
Gazetecilerin Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde yargılanması, hukukun karmaşık bir yönüdür. İfade özgürlüğü ile terörle mücadelenin dengelenmesi, demokratik bir toplum için kritik öneme sahiptir. Gazetecilik faaliyetlerinin korunması, ifade özgürlüğünün sağlanması ve demokratik denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi, toplumların geleceği için hayati bir öneme sahiptir, bu nedenle gazetecilik faaliyetlerini susturmak veya baskı altına almak amacıyla açılan bu tip davalar yargısal taciz olarak değerlendirilmelidir.
[1] Emin Aydın Başvurusu, B. No: 2013/2602, 23.01.2014, para. 56; Youtube Llc Corporation Service Company ve diğerleri [GK] Başvurusu B. No: 2014/4705, 29.05.2014, para. 53.
[2] Sürek/Türkiye (1), no: 26682/95, para 61, Taranenko/Rusya, no: 19554/05, 13.10.2014, § 77.
[3] Lombardo ve diğerleri/Malta, no., 24.04.20077333/06, § 61, Association Ekin/Fransa, no. 39288/98, 18.01.2000 ve Aktan/Türkiye, no. 20863/02, 23.09.2008, §§ 27-28.