Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
Evrensel gazetesi avukatı Devrim Avcı, TGS Başkanı Gökhan Durmuş ve RSF Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, gazetecilerin mesleğini tanımlamak için siyasal bir otoriteye ihtiyaç olmadığı görüşünde
HİKMET ADAL
Basın kartı, gazetecilerin gazeteci olduğunu niteleyen en temel obje. Türkiye’de bu kart, demokrasisi gelişmiş ülkelerin aksine basın meslek örgütlerince değil devlet tarafından veriliyor.
SendikaData tarafından derlenen istatistiklere göre halen Türkiye’de “basın, yayın ve gazetecilik” iş kolunda çalışan 97 bin 720 kişi var. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) tarafından 3 Mayıs 2023’te yayımlanan bir rapora göre bu iş kolunda çalışanların 27 bin 241’i gazetecilik faaliyeti yürütüyor.
Bir önceki Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın Ocak 2023’te açıkladığı verilere göre Türkiye’de basın kartına sahip gazeteci sayısı 17 bin 618’di. Fakat TGS’nin yayımladığı bir başka araştırmaya göre gazetecilerin yalnızca 3’te 1’i (yüzde 34,1) Cumhurbaşkanlığına bağlı devlet kuruluşu İletişim Başkanlığı tarafından verilen basın kartına sahip.
Veriler arasındaki dengesizliğin farklı nedenleri var. Öncelikle basın kartı sadece aktif çalışan gazetecilerin aldığı bir kart değil. Örneğin meslekte 18 yılını doldurmuş kişilere “sürekli basın kartı” veriliyor. Ayrıca devletin enformasyon görevlileri de basın kartı alabiliyor.
Başvuru yapan tüm gazetecilere verilmiyor
Türkiye’de bu kart, Basın Kartı Yönetmeliği’ne göre belirli şartları sağlayan gazetecilere veriliyor. Kimlerin basın kartı alabileceği 10 Nisan 2023 tarihli Basın Kartları Yönetmeliği’nde şöyle sıralanıyor:
a) Türkiye’de faaliyet gösteren medya kuruluşlarının Türk vatandaşı medya mensupları,
b) Süreli yayınların sahipleri veya tüzel kişi temsilcileri ile radyo ve televizyonların yönetim kurulu başkanları,
c) Medya kuruluşları adına hareket eden ve görev alanı Türkiye’yi kapsayan yabancı medya mensupları ile görev alanı Türkiye’yi kapsamamakla beraber geçici bir süreyle Türkiye’ye haber amaçlı gelen yabancı medya mensupları,
ç) Yurt dışında yayın yapan medya kuruluşlarının, Türk vatandaşı sahipleri ve çalışanları,
d) Yurt dışında serbest gazetecilik yapan Türk vatandaşı medya mensupları,
e) Medya alanında hizmet veren kamu kurum ve kuruluşlarında ve kamu kurum ve kuruluşlarının yürüttükleri enformasyon hizmetlerinde çalışan kamu personeli,
f) Medya alanında faaliyet göstermeleri şartıyla, sendikalar ile kamu yararına faaliyette bulunduğu tespit edilen dernek ve vakıfların yöneticileri
Basın İlan Kurumu’nun (BİK) resmî ilan ve reklam vermeyerek ekonomik ambargo uyguladığı Evrensel gazetesinin avukatı Devrim Avcı, yönetmelikte kimlerin basın kartı alabileceğine ilişkin maddenin sonunda yer alan “verilebilir” ifadesinin bu kartların başvuru yapan tüm gazetecilere verileceğini tartışmalı hale getirdiğinin altını çiziyor.
Çünkü aynı yönetmelikte basın kartı alabilecek kişilerde aranan genel şartlar arasında şu maddeler de bulunuyor:
* Kısıtlı veya kamu hizmetlerinden yasaklı olmaması,
* Türk Ceza Kanunu’nun 53’üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı beş yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da şantaj, hırsızlık, sahtecilik, dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma, yalan tanıklık, yalan yere yemin, iftira, suç uydurma, müstehcenlik, fuhuş, hileli iflas, zimmet, irtikâp, rüşvet, kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçları ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, kamu barışına karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarından hüküm giymemiş olması,
* Terörle Mücadele Kanunu’nun 3’üncü maddesinde sayılan terör suçları ile 4’üncü maddesinde sayılan terör amacı ile işlenen suçlardan veya 6’ncı maddede belirtilen suçlar ile Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’un 4’üncü maddesi gereğince hüküm giymemiş olması,
* Basın Kanunu’nun 25’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlardan hüküm giymemiş olması,
* Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’un hükümlerine uygun sözleşme yapmış olması ve mücbir sebepler dışında işten ayrıldığı tarihten itibaren bir aydan fazla olmamak üzere ara vermeden çalışması,
* Medya faaliyeti dışında ticari faaliyette bulunmaması.
İnternet medyası da artık kapsamda ama…
Avukat Devrim Avcı, bugüne kadar Basın Kartı Yönetmeliği’nin 15 kez değiştiğini, AKP iktidarı döneminde de iki önemli değişiklik yapıldığını hatırlatıyor. Son yönetmeliğin 18 Ekim 2022’de yürürlüğe giren “dezenformasyon” yasasıyla yapıldığı bilgisini veren Avcı, söz konusu yasayla birlikte internet medyası çalışanlarının da artık resmi statüye kavuşturulduğunu söylüyor.
Basın kartlarının İletişim Başkanlığı yani devlet tarafından verilmesi zorunluluğunu eleştiren Avcı, “Siyasi iktidarın basın kartlarını dağıtan kurumun başında olması, gazeteciler açısından eleştirel haber yapmanın önünde engel. Sadece basın kartı alıp almama açısından değil, ‘acaba yargılanır mıyım’ endişesi yaşanması dahi üstü kapalı bir sansür doğuruyor” diyor.
Avcı, basın kartının meslek örgütleri tarafından verilmesi gerektiğini de söyleyerek şu eleştiriyi yapıyor: “Dördüncü kuvvet olarak adlandırılan medyanın siyasi iktidar mekanizmasından uzak olmasının günümüz ülkemiz basını açısından ne kadar elzem olduğu ortada. Muhalif basın üzerinde davalar, resmi ilan kesme cezaları, gazetecilere basın kartı vermeme gibi uygulamalar bu açıdan örnek. Dolayısıyla basın kartlarının medyanın kendi meslek örgütlerinin oluşturacağı bağımsız, özerk bir kuruluş tarafından verilmesi basın özgürlüğünün temini kadar, basının tarafsızlığı açısından da düşünülmesi gereken bir uygulama olabilir.”
Avcı, Basın Kartı Yönetmeliği’nin problemli yanlarından bir diğerinin de basın kartı sahibi olmak isteyen gazetecilerin sahip olması gereken özelliklerden olan “belli suçlardan ceza almamış olma hali” olduğunun altını çiziyor ve ekliyor: “Basın davalarında, muhalif basında çalışan gazeteci için salt işini yapması bile yargılama sebebi olabildiği için bu hususun uygulamada son derece dikkatli ele alınması gerekir. Yaptığı haberler nedeni ile yargılanan gazeteciler açısından basın kartı alabilmek neredeyse olanaksız hale gelmektedir.”
Yıpranma payı basın kartı şartına bağlı
Basın kartının sadece gazetecinin tanınırlığı için değil, gazetecilerin sosyal hakları için de gerekli olduğunu söyleyen Avcı, örnek olarak yıpranma payını gösteriyor. Gazetecilerin, Sosyal Sigortalar Kanunu’ndan doğan yıpranma paylarının basın kartı sahibi olmaları şartına bağlandığını söyleyen Avcı, Anayasa Mahkemesi’nin yıpranma payı için basın kartı şartını kaldırdığını ancak daha sonra hükümetin yaptığı düzenlemeyle yeniden aynı uygulamayı getirdiğini söylüyor.
Avcı, Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararında şu tespitlerin yer aldığına dikkat çekiyor: “Fiilî hizmet zammından yararlanacak basın kartı sahibi olanların tespiti Basın Kartı Yönetmeliği’ne bırakılmıştır. Böylece basın kartı sahibi olmak için gerekli şartlar ve dolayısıyla fiilî hizmet zammının uygulanacağı basın ve gazetecilik mesleğinde çalışanların belirlenmesinde temel esaslar ve ilkeler kanunla düzenlenmeyerek bu konudaki düzenleme yetkisi yönetmelik aracılığıyla bütünüyle yürütme organına verilmiştir. Basın ve gazetecilik mesleğinde fiilen çalışanların fiilî hizmet zammından yararlanmaları için kuralda olduğu gibi Basın Kartı Yönetmeliği’ne göre basın kartı sahibi olmaları şartının öngörülmesi yeterli değildir. Kanunilik ölçütünün gerçekleşmesi için sosyal güvenlik hakkının sınırlanmasına yol açan söz konusu düzenleme nedeniyle basın kartının niteliği ile ne şekilde verileceği konusunda ve bu kartın verileceği kişilerde aranacak şartları içeren temel ilkelerin anılan hakka keyfi bir şekilde müdahale edilmesini önleyecek şekilde kanunla açık bir şekilde ortaya konulması gerekir. Kanunda söz konusu temel ilkeler ve kanuni çerçeve belirlenmeksizin itiraz konusu kuralla sosyal güvenlik hakkına sınırlama getirilmesine imkân tanınması temel hakların ancak kanunla sınırlanabileceğini öngören Anayasa hükmünü ihlal etmektedir.”
Bu durumun basın kartı sahibi olamayan gazeteciler açısından ayrımcılık içerdiğini ifade eden Avcı, iktidarın basın kartı meselesini daha demokratik bir zemine kavuşturmak istemediğine de dikkat çekiyor: “Basın kartı, basın üzerinde siyasi iktidara bir kontrol mekanizması sağlıyor. Siyasi iktidarı eleştiren muhalif yayınların üzerinde bu ve benzer uygulamalar bir baskı unsuru olarak duruyor. Siyasi iktidara yakın basın organlarına her türlü kolaylık sağlanırken muhalif basın ve gazeteciler ise haklarında açılan davalar ile, basın kartlarının verilmemesi ile, basın sektöründe çalışmalarına rağmen yıpranma haklarının tanınmaması gibi yaptırımlarla ayrımcı uygulamalarla karşı karşıya kalıyor.”
Basın kartının günümüzde siyasi bir obje haline geldiğini anlatan Avcı şu örneği veriyor: “İletişim Başkanlığı, Evrensel’de çalışan gazetecilere daha önce basın kartı sahibi olmalarına rağmen [yeni] basın kartlarını vermiyor. Başvurumuzu dört yıldır bekletiyor. Bir cevap da vermiyor. Dava açıp kazanan muhabirin basın kartı dahi bir yıldır ortalarda yok. Bu durumda başka gazete var mıdır bilmiyorum ama Evrensel açısından siyasi bir obje haline gelmiş durumda.”
Durmuş: Devlet değil, basın meslek örgütleri vermeli
TGS Başkanı Gökhan Durmuş, avukat Devrim Avcı ile benzer görüşlerde. Durmuş, sadece Basın Kartı Yönetmeliği’nin değil basın kartı üzerinden kurulan sistemin sorunlu olduğunu savunuyor: “Öncelikle resmi bir kimlik belgesi olmamasına karşın turkuaz basın kartı gazetecinin en önemli sosyal güvenlik hakkı olan fiili hizmet süresi zammından, gazetecinin çalıştığı kurumun resmi ilan alma hakkına kadar geniş bir alanı etkiliyor. Dolayısıyla zorunlu olmamasına karşın gazetecilere basın kartı aslında dayatılıyor. Sistem, İletişim Başkanlığı ile Basın İlan Kurumu tekelinde ve keyfiliğinde kurulmuş durumda. İletişim Başkanlığı’nın istediğine kart verdiği, istediğine vermediği, istediğinin kartını iptal ettiği bir yapı mevcut. Bu durum gazetecinin çalıştığı kurumun resmi ilan alma hakkını da etkiliyor. Mevzuat bu anlamda belirsizliklerle dolu.”
Durmuş, sözlerine şöyle devam ediyor: “Örneğin basın kartı Basın Ahlak Esaslarına aykırı hareket edilmesi halinde iptal edilebiliyor. Ancak gerek uygulanacak yaptırım gerekse de bu esasların içeriği tamamen Basın Kartı Komisyonunun keyfine bırakılmış. Ciddi bir belirsizlik ve sınırsız yetki söz konusu. Nitekim Basın Ahlak Esaslarını düzenleme yetkisi veren 195 sayılı Kanun’un 49. maddesinin Basın İlan Kurumu’na sınırları belirsiz bir yetki verdiği Anayasa Mahkemesi tarafından bireysel başvuruda tespit edildi. Şimdi aynı düzenleme bir asliye hukuk mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne iptal talebiyle taşındı. Umuyoruz hukuka uygun bir karar çıkar. Bizim de Basın Kartı Yönetmeliği’ne, Resmi İlan ve Reklam Yönetmeliği ile Basın Ahlak Esaslarına karşı açtığımız davalar Danıştay’da devam ediyor.”
“Mahkemelerde karşımıza çıkıyor”
Gazetecilerin mesleğini tanımlamak için siyasal bir otoriteye ihtiyaç duymadığını belirten Durmuş, basın kartlarının bir devlet kurumu tarafından değil, basın meslek örgütleri tarafından oluşturulacak bağımsız bir komisyon tarafından verilmesi gerektiğini sözlerine ekliyor.
Gerekçe olarak da kurulan sistemin başlı başına siyasi otoritenin kontrolünde olmasını gösteriyor: “Hal böyleyken kartın siyasi bir obje haline gelmesi de kaçınılmaz. Özellikle 2018 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş döneminde Basın Kartı Komisyonu’nun, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nden İletişim Başkanlığı uhdesine geçişi sonrası çok sayıda gazetecinin kart başvurusu hiçbir gerekçe yokken 4-5 yıl sürüncemede bırakıldı. Açtığımız davalarda da İletişim Başkanlığınca sunulan kabul edilebilir hiçbir gerekçe yok. KHK’lar ile 2016 yılında kapatılan kurumlarda bir dönem olsun çalışan gazetecilerin basın kartı başvuruları takdiren reddediliyor. Israrlı bir şekilde verilmiyor.”
Özellikle Diyarbakır ve Van’daki ağır ceza mahkemelerinin gazetecileri yargılarken kişinin basın kartı yoksa gazeteci olmadığı yönünde kanaat oluşturma eğiliminde olduğundan bahseden Durmuş, “Oysa basın kartı zorunlu bir kimlik kartı değil ve bu bizzat İletişim Başkanlığınca da kabul edilen bir husus. Neyse ki bu konuda verdiğimiz tepki sonucu bu kararlardan geri adım atıldı. Bu da gösteriyor ki basın kartına yönelik ideolojik bir bakış açısı ve iktidar merkezli kurulan sistem üzerinden kimin gazeteci olup olmadığının iktidarca hükmedildiği bir sistem kurma çabası var” diye konuşuyor.
Önderoğlu: Medya, mesleğin değil devletin veya hakim partinin denetiminde işliyor
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu da Avcı ve Durmuş’la hemfikir. Ancak Önderoğlu, yönetmeliğin yazılı şartlarında çok ağır sorun bulunmadığı görüşünde.
Önderoğlu, en önemli “sakatlığın” Cumhurbaşkanlığı’na bağlı İletişim Başkanlığı’nın yetkilendirilmiş olması olduğunu savunuyor. Ayrıca Durmuş ve Avcı gibi, meslek kuruluşlarının temsil edildiği bir Basın Kartları Komisyonu olması gerektiğini düşünüyor: “Demokratik kurumsallaşmada basın kartı verme ve süreçleri idare etme gazetecilik meslek kuruluşlarının temsil edildiği bir Basın Kartları Komisyonu’nun idaresinde olabilir. Güvenlik gibi nedenler ortaya çıktığında elbette ilgili kamu kurumları dışarıdan komisyonu uyarabilirler, ancak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve bu alt model altında medya sektörü mesleğin değil devletin veya hakim partinin denetiminde işliyor.”
Önderoğlu sözlerine şu örneklerle devam ediyor: “Son üç yılda, Mustafa Sönmez, Nadire Mater, Tuğrul Eryılmaz, Birkan Bulut, Kazım Güleçyüz, Berkant Gültekin ve daha pek çok gazeteci hukuksuz iptal, keyfi ret, başvuruyu zamana yayma gibi gerekçelerle idare mahkemelerinde açtıkları davaları kazandılar. Gökçer Tahincioğlu, Alican Uludağ gibi birçok gazeteci çeşitli zorluklar çekti. Ancak bu kararların, aradan geçen zamanda idareyi nasıl şekillendirdiğini, ders almaya itip itmediğini bilmiyoruz. Sonuçta kamuoyuna haber vermekle uğraşıyorsanız, temel bir hak olarak, basın kartı için başvuru yapmak sizde bıktırıcı, bezdirici bir his uyandırmamalıdır. Ancak idarenin dışlayıcı pratiği ne yazık ki, birçoğunu yıldırdı.”
Avcı, Durmuş ve Önderoğlu, gazetecilerin mesleğini tanımlamak için siyasal bir otoriteye ihtiyaç olmadığı görüşünde birleşiyor. Basın özgürlüğünün doğasına uygun olanın bu olduğunu savunuyorlar.