Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

ANALİZ | AYM’nin ihlal kararına rağmen Barış Akademisyenleri görevine dönemedi

ANALİZ | AYM’nin ihlal kararına rağmen Barış Akademisyenleri görevine dönemedi

OHAL Komisyonundan son dönemde çıkan ret kararlarını değerlendiren akademisyen ve hukukçulara göre kararların zamanlaması AİHM önündeki süreçle ilişkili

 

 

MELTEM AKYOL

 

“Bizim bu sözde akademisyenlerden izin alacak halimiz yok. Bunların haddini bilmesi lazım.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ocak 2016’da sarf ettiği bu sözlerin ardından, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenler için soruşturma, ihraç, sürgün ve yurt dışı yasakları ile dolu bir süreç başladı. Üstelik akademisyenler için bütün hukuk yolları da kapatılarak. Açık bırakılan tek kapı Olağanüstü Hâl (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonu idi. Ancak Komisyon son günlerde açıkladığı kararlarıyla Barış Akademisyenlerinin görevlerine dönmek için yaptıkları başvuruları birer birer reddetti. Böylece beş yılın sonunda yeniden en başa dönülmüş oldu; şimdi idari yargıda dava süreçleri başlayacak.

 

Süreci hatırlayalım sonra da akademisyenlere ve hukukçulara kulak verelim.

 

Haziran’dan Kasım’a: Türkiye’yi sarsan beş ay

 

Tarihi biraz geriye, 7 Haziran 2015 seçimlerine saralım. Seçim çalışmaları yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” sözleri olacakların habercisi gibiydi. Türkiye o seçime Halkların Demokratik Partisinin (HDP) 5 Haziran’da Diyarbakır’da düzenlediği mitinge yapılan bombalı saldırının gölgesinde gitti. IŞİD tarafından üstlenilen saldırıda beş kişi yaşamını yitirdi, 400’e yakın kişi de yaralandı. “Huzur içinde” çözülmeyeceği açıktı, zira o seçimde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yüzde 40,8 oy alarak 2002’den beri ilk kez Meclis çoğunluğunu kaybetti. Koalisyon tartışmaları sürerken gerilim yükseliyordu.

 

Diyarbakır’daki saldırının ardından bir saldırı da Şanlıurfa’da yaşandı. 20 Temmuz 2015’te Suruç ilçesinde IŞİD tarafından düzenlenen canlı bomba saldırısı sonucu 33 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi de yaralandı. Suruç katliamından yalnızca iki gün sonra, çözüm sürecinin sonunu getiren ve hâlâ aydınlatılmayan bir saldırı yaşandı. Ceylanpınar’da iki polis, evlerinde başlarından vurularak öldürüldü. PKK önce sorumluluğu üstlenen bir açıklama yaptı ancak sonraki günlerde olayla ilgisi olmadığını açıkladı. Ve o tarihten sonra başlayan gerilim çatışmalara dönerek devam etti. Ölüm haberlerini “öz yönetim” ilanları izledi.

 

Ve ardı ardına sokağa çıkma yasakları geldi. Çatışmalar sürerken Ankara’da “barış” çağrısı yapmak için toplananlar hedef alındı bu kez. 10 Ekim 2015 tarihinde IŞİD tarafından düzenlenen canlı bomba saldırısında 103 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce insan yaralandı. Ve bu atmosferde girilen 1 Kasım seçimlerinde AKP yüzde 49,5 oy ve 317 milletvekili ile sandıktan tek başına iktidar olarak çıktı.

 

“Bu Suça Ortak Olmayacağız”

 

Sokağa çıkma yasakları devam ederken 11 Ocak 2016 tarihinde bir grup akademisyen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bir bildiri yayımladı. Bin 128 akademisyenin imzasını taşıyan bildiride sivil ölümlerin durdurulması ve barışın sağlanması talep ediliyordu. Hemen ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan bildiriyi imzalayanları “kendine akademisyen diyen bir güruh” ve “aydın müsveddeleri” diye tanımladı, “ihanetle” suçladı. İmzacı akademisyenler iktidara yakın medyada manşetlere taşındı, hedef yapıldı. Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı bildiriyle ilgili “akademik özgürlük, bir ülkenin varlığını, güvenliğini ve bekasını tehdit etmenin aracı olarak istismar edilemez” açıklaması yaptı. Bu açıklamayı birçok üniversite tarafından yapılan karşı bildiriler izledi. Takip eden süreçte üniversiteler imzacı akademisyenler hakkında idari işlemler başlattı, hemen ardından savcılıklar tarafından soruşturmalar başlatıldı.

 

Soruşturmalar kapsamında akademisyenlerden gözaltına alınanlar oldu. Bazıları da görev yaptıkları üniversitelerin yönetimleri tarafından açığa alındı. Bu arada bildiriye destek veren akademisyenlerin sayısı da bin 128’den iki bin 212’ye çıktı. Aynı yılın Temmuz ayında OHAL ilan edilmesinin ardından imzacı akademisyenler için bu kez de kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) ihraç dönemi başladı. Yüzlerce imzacı akademisyen OHAL KHK’larıyla çalıştıkları kurumlardan ihraç edildi, pasaportlarına el kondu ve kamuda çalışmaları, akademisyen olarak mesleklerini yapmaları ömür boyu yasaklandı.

 

822 akademisyene dava: Aynı bildiriden ayrı cezalar

 

Kamuoyunda “Barış Akademisyenleri” olarak tanınan imzacılar hakkında açılan ceza davaları 5 Aralık 2017’de başladı. Akademisyenler “terör örgütü propagandası yapmakla” suçlanıyordu. Ortada tek bir bildiri olmasına rağmen akademisyenler farklı mahkemelerde yargılandı. Bildiriyi imzalayan iki bin 212 kişiden 822 kişiye dava açıldı. Sonuçlanan 204 davada aynı bildiriden yargılanan akademisyenlere 1 yıl 3 ay ile 3 yıl arasında değişen farklı hapis cezaları verildi.

 

Anayasa Mahkemesinden ihlal kararı

 

Anayasa Mahkemesi ceza alan akademisyenlerin yaptığı bireysel başvuruları 26 Temmuz 2019’da nihayet karara bağladı. Kararda bildiriyi imzalamaları nedeniyle akademisyenlerin mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğü ihlali olduğuna hükmedildi. Ardından “Barış Akademisyenleri” için daha önce hapis cezası veren mahkemelerden peş peşe beraat kararları çıkmaya başladı.

 

Verilen beraat kararlarıyla akademisyenler yargı önünde aklandı ama henüz işlerine dönemiyorlardı. Bu nedenle gözler OHAL dönemindeki ihraçlarla ilgili başvuruları değerlendiren ve görevlerinden ihraç edilen 406 akademisyenin başvurduğu OHAL İnceleme Komisyonundaydı.

 

28 Eylül 2021’de açıklama yapan OHAL İnceleme Komisyonu 126 bin 758 KHK ile ihraç başvurusundan 118 bin 415’ini karara bağlandığını, bunlardan 103 bin 365’inin reddedildiğini duyurdu. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenler Ahsen Deniz Morva, Hakan Ongan, Ertan Ersoy, Erhan Keleşoğlu, Nail Dertli ve Onur Can Taştan da başvuruları reddedilen isimlerdendi.

 

“Ret ya da kabul, her ikisi de siyasi karar olacaktı, hukuki değil”

 

İmzacılardan Dr. Onur Can Taştan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünde araştırma görevlisiydi. Bildiriye imza atan ikinci grupta olan Taştan, o imzadan sekiz ay sonra 1 Eylül’de çıkarılan 672 No’lu KHK ile ihraç edildi. 2017 yılında OHAL İnceleme Komisyonuna başvurarak göreve iadesini isteyen Taştan’a başvurusundan dört yıl sonra ret kararı geldi.

 

Karar sonrası konuştuğumuz Taştan, Komisyon kararının hukuki değil siyasi olduğu görüşünde. “Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, karar ret de olsa kabul de olsa siyasi bir karar olacaktı” diyen Taştan, kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde devam eden süreçle bağlantılı olduğunu düşünüyor.

 

“Kararın ne zaman çıkacağına dair duyumlarımız, öngörülerimiz vardı elbette. Kısmen komisyonun kendi süresinin sonuna doğru karar vereceğini, komisyonun en son dosyalarının da bizim dosyalarımız olacağını biliyorduk. Bu açıdan ben bir süre daha uzayacağını bekliyordum açıkçası,” diyen Taştan, sözlerine şöyle devam etti: “Ama tabi burada yürüyen bir AİHM süreci var. Çok büyük ihtimalle bu zamanlamanın açıklaması da AİHM sürecidir diye düşünüyorum; AİHM Türkiye’den savunma istedi, hemen ardından bu ret kararları geldi. Belli ki burada hükümet AİHM’e ‘komisyon böyle bir karar aldı ve iç hukuk yolları tükenmedi’ şeklinde bir savunma yapacak.”

 

43 başvuruda toplam 81 akademisyenin başvurularını değerlendiren AİHM, Temmuz ayında hükümetten bu başvurularla ilgili savunma istedi. AİHM’nin hükümetten bilgi talep ettiği konular arasında OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun etkili bir başvuru yolu olup olmadığı ve özellikle inceleme sürecinin uzunluğu ve başvuruların kabulü halinde dahi eski hale getirmenin mümkün olup olmadığına dair sorular da yer aldı.

 

Taştan’a göre Anayasa Mahkemesinin kararında bildirinin sadece ifade özgürlüğü değil aynı zamanda bir akademik özgürlük meselesi olduğu vurgulanıyor: “Anayasa Mahkemesi yalnızca ‘bu bir ifade özgürlüğüdür' demedi, bunun ötesine geçip, 'bu bir akademik özgürlük meselesidir, buna yönelik her türlü yaptırım bir ifade özgürlüğü sorunudur’ dedi. Yani OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna da yol gösterdi aslında. Ama Komisyon bunu dikkate almadı, ki zaten Anayasa Mahkemesi kararlarının da fazla uygulanmadığı bir ülkedeyiz. Bu durumda karar hukukidir denilebilir mi?”

 

“Beş yıl sonra elde var sıfır”

 

Taştan, ret kararından sonra tekrar yargı sürecinin başlayacağını söylüyor. “Sistemde ret kararı verildiğini gördük ancak karar henüz bize tebliğ edilmedi. Edildikten sonra dava açacağız elbette ama süreç ortada. İhracımızın üzerinden beş, Komisyona başvurumuzun üzerinden dört yıl geçti. Şimdi en başa döndük” diyor Taştan.

 

Taştan kendisi gibi akademideki görevinden ihraç edilen eşiyle birlikte geçen yıl çeşitli araştırma burslarıyla İsveç’e gitmiş. Şu an eşiyle birlikte Almanya’da. Eşi çalışıyor, kendisi ise işsiz.

 

“Ne ile suçlandığımızı kararda yazıyorsa beş yıl sonra göreceğiz”

 

Dr. Nail Dertli de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 1 Eylül 2016’da 672 sayılı KHK ile ihraç edildi. KHK metnine göre “terör örgütleriyle iltisaklı” olmakla suçlanıyordu ancak aradan geçen beş yılda bu suçlamaya neyin dayanak yapıldığını öğrenemedi. Süreci anlatıyor Dertli önce: “Ankara Üniversitesine ‘bizi hangi terör örgütleriyle ilişkilendiriyorsunuz’ diye sorduk. Oradan bize herhangi bir cevap verilmedi, açıklama da yapılmadı. İdare mahkemesine dava açtık, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmamıştı. Komisyon kurulunca dava süreci durdu. Komisyona bir savunma vermemiz istendi ama bize herhangi bir suçlama sunulmamıştı. Biz de komisyona hakkımızda herhangi bir suçlama olmadığını, ‘terör örgütü üyesi’ olmadığımızı ifade ettiğimiz bir metin verdik. Komisyon kurulalı dört yıldan fazla oldu, ihracımızdan bu yana beş yıl geçti. Cezalandırıldık biz, bir karar, bir gerekçe olmadan. Ve bu süreçte hukuki yolları kullanmamız da engellendi.”

 

Dertli bu süreçte masumiyet karinesi ilkesinin ihlal edildiğini hem terör örgütleriyle ilişkilendirilip hem de haklarındaki suçlamaların ne olduğunu beş yıldır öğrenemediklerini anlatıyor. “Buna bu karar da dahil,” diyor Dertli Komisyonun ret kararından bahisle. “Henüz tebliğ edilmedi, bakalım zannediyorum komisyon kararı bize ulaştığında -kararda yazıyorsa tabi- beş yıl sonra hangi gerekçeyle ihraç edildiğimizi görebileceğiz” diyor. Ret kararının siyasi olduğunu belirten Dertli, şunları söylüyor: “Çok uzun süredir Anayasa askıya alınmış durumda, Anayasa hükümlerinin artık gündelik hayatımızda neredeyse bir karşılığı yok. Bu işler artık ‘tek adamın’ sözüne bakıyor. Şimdi dava süreci başlayacak. En azından suçlamaları görmeyi ve buna cevap vermeyi umuyorum.”

 

Ankara Üniversitesinde bilim insanlarının faaliyetlerine yönelik baskının ihraçlardan çok daha önce başladığını hatırlatan Dertli, baskıların özellikle Gezi Parkı protestolarının ardından arttığını not ediyor. “Bunların hepsi aslında baskıcı, muhafazakâr, piyasacı bir üniversite sistemi inşa etme çalışmasıydı. Evet bu hep vardı ama AKP ile katlandı, sistemli hale geldi,” diyen Dertli şöyle devam ediyor: “Boğaziçi gibi bir üniversiteye bile kayyum atanabildiği bir dönem yaşıyoruz. Ama buna rağmen iki bin civarında akademisyen barış talebinin, akademik özgürlük talebinin arkasında durdu. Bu da bu döneme not düşsün.”

 

“AYM kararı OHAL Komisyonunu da bağlar”

 

Peki bundan sonra ne olacak, akademisyenleri nasıl bir süreç bekliyor, dahası Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine dair karar vermişken OHAL Komisyonu nasıl oluyor da göreve iade taleplerini reddediyor? Avukat Meriç Eyüboğlu’na göre ret kararları Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmama sürecinin bir parçası.

 

Eyüboğlu şunları söylüyor: “Anayasa Mahkemesi kararlarının mahkemeler tarafından uyulmadığı bir dönemi yaşıyorduk. Buna bir yenisi eklendi, şimdi artık Anayasa Mahkemesi kararlarının OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından dikkate alınmadığını görüyoruz. Oysa bununla ilgili hükümler çok açık, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlar herkes için bağlayıcıdır, ki bu herkese yargı mercileri de giriyor OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu da giriyor. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin 2019 yılının Temmuz ayında ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ bildirisi için verdiği ‘ifade özgürlüğünün kullanımıdır, bu metne imza atan akademisyenlerle ilgili yargılama yapılması hak ihlalidir’ kararından sonra bu gerekçe ile kamu ve vakıf üniversitelerinde görevlerinden ihraç edilen akademisyenlerle ilgili tüm hukuki süreçlerin sonlanması gerekirdi. Çünkü karar burada bir suç olmadığını dolayısıyla ihraç gerekçesinin hukuken yanlış olduğunu, anlamsız olduğunu Anayasa Mahkemesi saptamış oldu.”

 

“Danışıklı dövüş”

 

Eyüboğlu da ret kararlarının zamanlamasının AİHM’nin önündeki 43 başvuruya dair süreçle ilişkili olduğu görüşünde. Komisyonun ret kararı verdiği başvuruların hepsinin AİHM önünde bekleyen ve hakkında hükümetten savunma istenen başvurular arasında olduğunu belirten Eyüboğlu’nun bu konudaki yorumları şöyle:

 

“Biz bu süreçte prosedürün işlemesini bekledik, beraat kararlarını aldık, bu kararlarla OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvurduk. Süreçler sonuçlanmayınca bir kez daha Anayasa Mahkemesine ‘OHAL Komisyonu Anayasa Mahkemesi kararına ve beraat kararlarına rağmen başvuruları bekletiyor’ diye başvurduk. Bu başvuruya ilişkin herhangi bir sonuç alamadık. Takvim bu şekilde işlerken AİHM kendisine yapılan 43 başvuru hakkında hükümetten savunma istedi. Hükümetin cevap vereceği süreç içerisinde bu 43 başvurunun içinde olan akademisyenlerle ilgili OHAL Komisyonundan kararlar çıkmaya başladı. Bu zamanlama şüphesiz tesadüf değil. Sadece tesadüf değil demek hafif kalır, gayet danışıklı bir dövüşle karşı karşıyayız. Çünkü OHAL Komisyonunda başvuruların reddedilmesi demek, bizi yeni bir hukuki süreç bekliyor demek. Şimdi Ankara’daki İdare Mahkemesinde bu ret kararının iptali için dava açmak gerekiyor. Dolayısıyla hükümetin ‘iç hukuk yolları tüketilmedi’ argümanı açısından başka bir evreye geçmiş olacağız.”

 

“AİHM’ye top çevirme imkânı”

 

Eyüboğlu’na göre bu durum AİHM için de elverişli bir durum: “Hükümet bu adımla AİHM karşısında kendine savunma argümanı edinmiş oldu ama zaten AİHM de bu dosyalarda kulağının üstüne yatmaya eğilimli. Çünkü OHAL sürecinden giden dosyaların hiçbirinde, sadece akademisyenler sürecini kast etmiyorum, 2016’dan bu yana giden bütün dosyalarda, biz AİHM’den olumlu bir karar alamadık. Her seferinde iç hukuku işaret ederek dosyaları geri gönderdi, tabiri caizse başından savdı. Dolayısıyla bu süreç hem iktidara savunma argümanı verdi ama hem de AİHM top çevirme şansı vermiş oldu.”

 

Eyüboğlu, Eylül 2016’da başlayan ihraçlarla ilgili geçen dört yıllık süreçte şimdiye kadar idari yargıya, Anayasa Mahkemesine ve AİHM’ye başvurulduğunu hatırlatarak “Anayasa Mahkemesi zaten ihlal kararı verdi, Danıştay ve idare mahkemeleri ise kendilerinin yetkili olmadığını söyledi, yani ihraç edilen akademisyenlere OHAL Komisyonuna başvurmaktan başka hiçbir hukuki yol bırakılmadı” diyor.

 

Eyüboğlu sözlerini şöyle noktalıyor: “Gelinen aşamada ihraç edilen 406 imzacı akademisyen bu bildiri nedeniyle ihraç edildiklerine göre Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı bu ihracın kendisinin herhangi bir hukuki dayanağı kalmadığını gösteriyor. O yüzden hukuken durum çok berrak ama müthiş bir keyfiyetle karşı karşıyayız. Ret gerekçesini henüz bilmiyoruz, idari yargıya dava açınca gerekçesini görecek miyiz onu da bilemiyoruz. Ben çok merak ediyorum Anayasa Mahkemesinin kararına rağmen ret kararı vermelerini nasıl bir bahaneyle açıklayacaklar.”

 

Rakamların göstermediği gerçekler

 

Konuştuğumuz akademisyenler “Türkiye’de ihraçlar nedeniyle bizden daha büyük sorunlar yaşayanlar var” diyerek kendi kişisel deneyimlerine girmekten kaçındılar. Ancak onlar anlatmasa da son yıllarda yaşanan sürece dair yapılan araştırmalar sürecin maliyetiyle ilgili önemli ipuçları veriyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Akademi'nin “Üniversitenin Olağanüstü Hali: Akademik Ortamın Tahribatı Üzerine Bir İnceleme” ve “Akademisyen İhraçları: Hak İhlalleri, Kayıplar, Travma ve Güçlenme Süreçleri” raporlarından birkaç alıntı ile noktalayalım:

İmzacı akademisyenlerin yurtiçi ve yurt dışı akademik görevlendirmeleri iptal edildi, araştırma izinleri, teşvik ödenekleri ve yayın destekleri verilmedi. Bilimsel araştırma projeleri iptal edildi. Doçentlik başvuruları askıya alındı. Herhangi bir resmi karar olmaksızın dersleri iptal edildi ya da fiili olarak açılmadı, kadro verilmedi.

Çalışma hakları ihlal edilen, en üst siyasi aktörlerden başlayarak geniş kesime yayılan kişilerce doğrudan hedef alınan Barış Akademisyenleri, geçimlerini sağlamak ve hayatlarını idame ettirebilmek için, birden fazla iş yapmaya zorlandı.

Akademisyenlerin birçoğu ihraçlar sonrasında ilçe, mahalle değiştirme, aileyle yaşama gibi sosyal hayatlarını doğrudan etkileyen taşınmalar yaşadılar.

Barış bildirisine imza attığı için ihraç edilen ve hakları ihlal edilen akademisyenlerin yüzde 68,8'i uyku sorunları, yüzde 61,9'u yoğunlaşma ve dikkat güçlükleri, yüzde 58,3 duygusal olarak uzaklaşma ya da çökkünlük, yüzde 17,4'ü nefes darlığı yaşıyor.

Yukarı