Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

Ayşe Çetinbaş: Çayan Demirel, katılamadığı gösterim nedeniyle yargılandı

Ayşe Çetinbaş: Çayan Demirel, katılamadığı gösterim nedeniyle yargılandı

Çetinbaş: “Suçumuz gösterimde propaganda yapmaksa, Çayan orada değildi zaten. Hem hukuken hem teknik olarak çok saçma bir davaydı. Biz bu filmi yaparken Anayasa’dan doğan haklarımızı kullandık”

 

CANSU PİŞKİN, İSTANBUL

 

Belgesel sinemacı Çayan Demirel, gazeteci Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte çektiği, barış sürecini konu alan Bakur/Kuzey belgeselinin kurgusunu bitirdiği günün ertesinde, 18 Mart 2015’te sokakta yere yığıldı ve kalbi 15 dakikalığına durdu.

 

On beş dakika boyunca beynine oksijen gitmedi, beyni ciddi hasar gördü. “Dersim 38”, “Dr. Şivan” ve “5 No’lu Cezaevi: 1980-84” belgesellerinin yönetmeni Demirel, o günden sonra 1,5 ay yoğun bakımda kaldı.

 

Altı aya yakın hastanede tedavi sürecinin ardından taburcu olan Demirel, engelli kaldı. Görme merkezi hasara uğradığı için görmüyor, denge-koordinasyon sorunları yaşıyor, konuşmakta güçlük çekiyordu.

 

Demirel ilk hastalandığında, yapımcısı ve aynı zamanda eşi olan Ayşe Çetinbaş, bir yandan hastanede onunla birlikte kaldı, bir yandan da galasına bir aydan az süre kalan filmin gösterim işlerini yürütmeye çalıştı. Fakat Çetinbaş, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen İstanbul Film Festivali’ndeki gösterimden bir gün önce Demirel’in yoğun bakımda olduğu sırada aldığı telefonla galanın sansüre uğradığını öğrendi.

 

Çetinbaş ve Demirel için belgesel süreci bununla kapanmadı. Demirel taburcu edildikten ve belgesel Türkiye’nin neredeyse bütün illerinde gösterildikten sonra Demirel ve Mavioğlu hakkında “örgüt propagandası yapmak” suçlamasıyla dava açıldı.

 

Çetinbaş ve Demirel, aslında Bakur belgeselinin de çok daha öncesinde hayatlarına giren yargı tacizini, uğradıkları sansürü, Türkiye’de belgesel sinemacı olmanın getirdiği zorlukları P24’ün “Gözaltı: Türkiye’den Yargısal Taciz Hikayeleri” videosunda anlattı.

 

“Yargı tacizi Dersim 38 ile başladı”

 

Çayan Demirel, 1977 İstanbul doğumlu. Bandırma Yüksek Okulu mezunu. Ayşe Çetinbaş da 1979 Almanya doğumlu. Liseyi ve üniversiteyi Türkiye’de okuyan Çetinbaş, iktisat bölümünü bitirdi. Daha önce film festivallerinde gönüllü olarak çok çalışmış ama sinemaya asıl girişi Dersim 38 belgeseli sırasında Çayan Demirel ile tanışmalarından sonra olmuş ve belgesel film yapımcısı olarak çalışmaya başlamış.

 

Çetinbaş, üzerlerindeki yargı tacizi ve sansürün de Dersim 38 belgeseliyle birlikte başladığını söylüyor:

 

“Yargı tacizi deyince aklımıza hep Bakur geliyor ama aslında 38 ile başladı. Çayan 38 filmini 2006 yılında yaptı. Dersim Katliamını anlatıyor. Ve o dönem, Altın Portakal gibi Türkiye’nin en büyük film festivallerinde gösterildikten sonra Dersim’deki bir gösterim sırasında polisin müdahalesi, yani engellemesiyle biz Eser İşletme Belgesi diye bir belgeden haberdar olduk.

 

“Daha önceki hiçbir gösterimde olmamasına rağmen o gösterim sırasında gelen polisler Eser İşletme Belgemizin olması gerektiğini söyledi. Sonrasında biz Eser İşletme Belgesi için başvurduk, ancak başvurumuz ‘belgeselin içerisinde Türk kültürünü aşağılayan, halkı kin ve nefrete teşvik eden unsurlar var’ denilerek reddedildi ve biz de bunun üzerine Kültür Bakanlığı’na dava açtık. Dosya bilirkişi heyetine yollandı, film incelendi ve bilirkişi heyeti de ilginç bir açıklamayla bizi destekledi.

 

“Heyet, raporunda filmin birçok festivalde gösterildiğine ve izleyen insan sayısına değindi ve buralarda halkın galeyana gelmediğini belirterek ‘yersiz bir kaygı’ dedi. Biz davayı kazandık, ancak Kültür Bakanlığı karara itiraz etti, dosya üst mahkemeye gitti. 2006 yılında yaptığımız film için açılan davanın dosyası şu an hala Danıştay’da. 2020 yılındayız ve Türkiye’de bu belgesel film hâlâ yasal olarak gösterilemiyor.”

 

“Ekip oradayken geri çekilme durduruldu”

 

Bakur belgeseli ise PKK’nin geri çekilme dönemine tanıklık etme fikriyle ortaya çıkıp gelişmiş. 2013 yılında Mavioğlu, Demirel’i arayarak bu anları kamerayla çekebilme arzusunu paylaşmış ve Gezi direnişi devam ettiği sırada Gezi Parkı’nda buluşmuşlar:

 

“Çayan ile beraber hızlıca karar verdiler; her yere gidebilmek istiyorlardı. Görüşmeler yapıldı, gerekli ‘izinler’ alındı ve arkadaşlarımız küçük bir çekim ekibiyle yola çıkıp gittiler. O dönem gayet rahat bir dönemdi tabii. Diyarbakır, Dersim, Botan, sınır bölgeleri ve oralardaki PKK kamplarına gittiler.

 

“Arkadaşlarımız geri çekilmeye tanıklık etmek üzere gitmişlerdi ama işte bir belgeselde olabildiği üzere, o sırada konjonktür değişti. Ekip oradayken geri çekilme durduruldu ve onlar da bu defa tamamen bambaşka bir şeye tanıklık etmeye başladı. Ekip orada yaşayanların günlük hayatlarına dahil oldu. Bu insanlar orada ne yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar, dağda, o koşullar altında, vs. konularda sohbetler gelişti ve Bakur belgeseli böylece ortaya çıktı.”

 

“İstanbul Film Festivali bizi davet etti”

 

2013’te çekilen filmin kurgusu 2014’ün sonlarına doğru artık bitmek üzereydi. Ekip bu sırada, filmin ilk gösterimini nerede yapacağına dair kafa yoruyordu:

 

“Stratejik olarak da dikkatli davranmaya çalışıyorduk. Aslında filmi yurtdışında, Berlin, Rotterdam gibi büyük festivallerin birinde açmak istiyor ve oralara başvuruyorduk. Ama Berlin Film Festivali maalesef kabul etmedi, son anda elendik. Bu sırada beni İstanbul Film Festivali’nden aradılar. Biz filmi gizli tutmamıza rağmen bir şekilde haberdar olmuşlar. Telefondaki İstanbul Film Festivali’nin o dönemki direktörü filmden haberdar olduğunu, Çayan’ın filmlerinin hepsinin İstanbul Film Festivali’nde gösterildiğini, bunu da orada açmamız gerektiğini, mutlaka çok özel bir gösterim yapacaklarını söyledi ve bizi davet etti.

 

“Çayan ve Ertuğrul Mavioğlu hiç istemediler aslında. En başta karar verdiğimiz gibi yurtdışında açmamız gerektiğini, bunun daha güvenli olduğunu, Türkiye’de festivallere güvenmediklerini söylediler. Ben ne yazık ki onları dinlemedim. Ben daha iyimserdim, daha iyi duygular içerisindeydim, bunun mümkün olabileceğini düşündüm ve yönetmenleri ikna ettim. Bir yapımcı olarak sonuçta benim de söz hakkım var. Tabii bugün yanlış bir şey olduğunu düşünüyorum, ama ne yapalım, ‘kısmet’. Bir şekilde ikna ettim. Çok zor oldu gerçekten; hiç istemiyorlardı, ama neticede güzel bir şey olabilecekti. Önce Diyarbakır’da, Halil Dağ’ın ölüm yıl dönümünde, Cegerxwin Kültür Merkezi’nde kendi galamızı yapacaktık. Sonuçta ilk gösterimi Diyarbakır’da yapmak bizim için her anlamda çok önemliydi. O dönemin belediye başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı ile de görüşmüştük. Şu an ikisi de cezaevindeler.”

 

“18 Mart’ta Çayan’ın kalbi durdu”

 

Filmin kurgu aşaması bitince prodüksiyon stüdyosuna teslim edilmiş. Ertesi gün ise Çayan Demirel, kalbinin durmasıyla sokak ortasında yere yığılmış. O sırada İzmir’de olan Çetinbaş, sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor:

 

“Tesadüfen yoldan geçen bir ambulansın durdurulmasıyla ve olay yerinde doktorların müdahalesiyle [kurtarılmış]. Yarım saat uğraşmışlar. Ama 15 dakika sonra geldikleri için ve o 15 dakikada da kalbi durduğu için Çayan’da yoğun bir beyin hasarı söz konusuydu. Hastane süreci başladı. 18 Mart’ta Çayan rahatsızlandı. İstanbul Film Festivali’ndeki gösterimimiz 12 ya da 16 Nisan’da olacaktı. Yani Çayan rahatsızlandıktan sonra 1 ay bile yoktu. Biz hastanede yoğun bakım kapısında bekliyoruz bütün arkadaşlarımızla, ailelerimizle beraber; bir yandan da festival ve gala işlerini organize etmekle uğraşıyoruz. Diyarbakır’daki galayı tabii iptal ettik ama Diyarbakır’a davet ettiğimiz bütün kişileri İstanbul’daki gösterime kanalize ettik.”

 

Festival gösteriminin iptali

 

“Gösterime bir gün kala, akşam 6’da ‘acilen görüşmemiz gerekiyor’ diye İstanbul Film Festivali’nden aradılar. Ben hastanede olduğumu, sonra konuşabileceğimizi söyleyince hemen gelmem gerektiğini söylediler. Ertuğrul abi, görüntü yönetmenimiz Koray ve ben, üçümüz beraber gittik İKSV binasına. Görgün Taner ve Azize Tan bizi bekliyordu. Kültür Bakanlığı’ndan gelen mektubu gösterdiler. Görgün bey, ‘böyle bir durum var, maalesef gösterimi yapamayacağız’ dedi. Polisler de gidip Atlas Sineması’nda sormuşlar, ‘böyle bir gösterim olacakmış’, ‘yapamazsınız’ diye sinemanın görevlilerini uyarmışlar.

 

“Özetle bize gösterimin iptal olacağını söylediler. Ben de böyle bir şeyin kabul edilemez olduğunu, bunun alenen sansür olduğunu ve çok büyük bir skandala neden olacağını belirterek ‘buna izin vermeyin ne olur’ diye açıkça düşüncelerimi ve kaygılarımı ifade ettim. Baktım, hiçbir şekilde geri adım atmıyorlar, benim için de hassas zamanlardı sonuçta, duygulandım ve ‘ne olur şu anda yapmayın bunu, Çayan yoğun bakımda ve ben uğraşamam böyle bir şeyle, bu çok büyük bir skandala sebep olacak’ dedim.

 

“Önce ne yapabiliriz diye sözde birlikte kafa yorduk, ama onlar cephesinden bir şey yapılamayacağı anlaşıldı. Ben de ‘Sizin korktuğunuz Kültür Bakanlığı ise bana biraz süre tanıyın, birilerine ulaşmaya çalışayım’ dedim. Sonuçta biz bu gösterimi yapalım da sonrasında bize dava açacaklarsa biz buna zaten hazırdık. Sonuçta Bakur gibi bir belgesel yapınca doğal olarak pek çok riski göze alıyorsunuz. Fakat çabalarımızın hiçbiri sonuç vermedi. Aslında bütün bu gelişmeler ilk başta yapılan hatanın sonuçlarıydı, bunu da açıklıkla ifade edebilirim.”

 

Özgür sinema hareketinin başlangıcı

 

Çetinbaş, İstanbul Film Festivali’nin filmin arkasında durmamış olmasının Türkiye’de hemen sonra başlayan sansür ve baskı döneminin önünü açtığını, birçok festivalin bu süreçten sonra yapılamadığını söylüyor:

 

Bakur bir sürü festivale kabul edilmişti o sırada. Mesela İstanbul’dakinden 1 ay sonra Ankara Film Festivali’nde gösterilecekti. Bir festival daha vardı. Onlar da aynı baskıya maruz kaldıkları için onlar da iptal etmek zorunda kaldı.

“Bırakın Bakur’un gösterilmesini, film festivalleri yapılamadı. Bu sefer diğer yönetmenler üzerinde mahalle baskısı gibi bir baskı oluştu. Sansüre taraf olmak ya da olmamak gibi bir durumla karşı karşıya kaldı insanlar. Ve bu alenen bir sansür olduğu için de o dönem herkes arkamızda durdu ve Sansüre Karşı Mücadele Platformu adı altında topyekûn bir özgür sinema hareketi başladı.

 

“İstanbul Film Festivali o zaman böyle bir tavır göstermeseydi, bizim arkamızda dursaydı, silsile halinde gelen diğer festivallerin yaşadıklarını, sinema sektörünün yaşadığı sıkıntıları yaşamıyor olacaktık. Bu kadar net bu benim için. Türkiye koşulları tabii ki çok değişti, her şey çok zorlaştı, ama daha 2015’in Mart ayından bahsediyoruz.

 

“Öte yandan 2015’te konjonktür daha farklıydı. O nedenle festivalde olmadı ama İstanbul, Diyarbakır, Mardin, Batman gibi, daha çok Kürt illeri ağırlıklı olmak üzere, birçok yerde Bakur’un gösterimini yapabildik. Çok fazla gösterim yapıldı ve bunların hiçbiriyle ilgili herhangi bir sorun yaşamadık. Çayan o dönem hastanedeydi. Hiçbirine katılamadı.”

 

Katılamadığı gösterim nedeniyle yargılandı

 

Demirel, taburcu olduktan sonra haftanın belirli günlerinde annesinde, belirli günlerinde Çetinbaş ile kendi evinde kalmaya başlamış. Annesi Medine Demirel’de kaldığı günlerden birinde eve gelen polis ifade vermesi için kendisini karakola götürmek istemiş. Dava süreci böylece başlamış:

 

“Medine teyzede kaldığı günlerin birinde polis önce oraya gitmiş. Çayan’ın abisi İbrahim abi evdeymiş. Çayan’ın durumunu ‘ifade verebilecek durumda değil’ diye anlatıp polisleri geri göndermiş. Bana haber verdi. Ben emniyete gidip adresini güncelledim. Sonuçta Medine teyze 70 küsur yaşında bir insan. Neyse ki abisi oradaymış, yoksa çok gereksiz bir heyecan durumu olacaktı.

 

“Emniyette Çayan’ın durumunu öğrenip sağlık raporlarını ve güncel adresimizi verdim. Bu sefer bir iki ay sonra bize geldiler. Yine aynı şekilde eşim engelli ve ifade verebilecek durumda değil deyip gönderdim. Bu soruşturma aşamasıydı.

 

“2015’in Mayıs ayında Batman’da bir gösterim yapılmıştı. Çayan hâlâ yoğun bakımdaydı o zaman. O gösterimle ilgili oradaki savcı ‘PKK propagandası yapıldı’ diye bir soruşturma açmış. Ertuğrul abi gelip ifadesini verdi karakolda. Sonra epey bir süre bir şey olmadı. Birden, sanırım 2017 yılıydı, Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldığını öğrendik.

 

“Saçma sapan bir durum. Niye Batman’da açılıyor mesela dava? Suçumuz gösterimde propaganda yapmaksa, Çayan orada değildi zaten. Hem hukuken hem teknik olarak çok saçma bir dava söz konusuydu. Biz o dönem Çayan’ın sağlık durumunu mahkemeye hiçbir şekilde savunma olarak vermedik. Savunmalarımızı hep başka bir yerden kurduk. İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ifade ettik, anayasal hakkımız sonuçta. Biz bu filmi yaparken Anayasa’dan doğan haklarımızı kullandık.”

 

“Hakim Çayan’a yardım etmeme izin vermedi”

 

Demirel davanın Batman’daki ilk duruşmasına katıldı. Bu sırada Çetinbaş, Demirel’in bütün sağlık raporlarını avukatları aracılığıyla dosyaya eklemiş, ayrıca dilekçeyle de açıklamıştı. O duruşmayı şu sözlerle anlatıyor Çetinbaş:

 

“Biz gidelim savunmamızı yapalım, böyle bir şeyi yapmadığımızı kabul edelim ama onun dışında da hâkim de Çayan’ı görsün ki, kime ceza veriyorlar, bilsin. Gördüler Çayan’ı. Ama o kadar kabaydı ki mahkeme heyeti. Çayan konuşurken bazen ne dediği anlaşılamayabiliyor, o zaman daha çok tercüme gerekiyordu, ben de yanına geçmek istedim Çayan’ın ne dediğini çevireyim diye. Hâkim hemen ‘siz arkaya geçin’ diye son derece kaba bir tavırla cevap verdi. Ben anlattım, eşim engelli, anlaşılamayacak diye, ‘Hayır, buraya kadar geldiyse kendisini ifade edebilir’ dedi. Nitekim ben arkaya geçtim. Çayan da ona sıra geldiğinde --neyse ki oturarak savunmasını verebileceğini söyledi hâkim-- savunmasını yaptı, ‘Ben bir belgesel film yönetmeniyim, mesleğimi yaptım ve niye burada olduğumu bilmiyorum ama yine de tutuklayacaksınız da tutuklayın, buradayım’ dedi.”

 

Yurtdışına çıkış yasağı

 

“Biz toplam iki kere [duruşmaya] gittik yargılama boyunca. 4 buçuk yıl hapis cezası verildi iki yönetmene de. Terör propagandası için oldukça yüksek bir ceza. Genelde biliyorsunuz artık propaganda cezaları genelde 1 yıl ya da 2 yıl ve 2 yıl sınırı önemli, HAGB’den ‘faydalanma’ meselesi için. Şimdi dosya istinaf mahkemesinde, bekliyoruz. Bu arada yurtdışına çıkış yasağı verdiler ikisine de, ‘kaçma ihtimali olduğu için’. Evet, yüzde 99 engelli raporu olan birisine kaçma ihtimali var diye yurtdışı çıkış yasağı verdiler.”

 

“Sen zaten baştan suçlusun”

 

Mahkemenin kararının üzerinden bir buçuk yıl geçti. Çetinbaş o dönem yaşadıklarının ve yargıçların tavırlarının üzerlerinde bıraktığı etkilerini şöyle ifade ediyor:

 

“Bir defa mahkemelere gidip gelmek çok zahmetli, maliyetli, külfetli. Düşünsenize, Çayan gibi birisini buradan kalkıp Batman’a götürdük kaç kere. Uçak bileti al, git gel, konaklama… Ve maruz kaldığımız muameleyi görüyorsunuz. Biz üç tane hâkim gördük Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde. Hepsi seçilmiş gibi. İnsan diyor ki, burası bizim hakkımızı, hukukumuzu aradığımız yer, kendimizi savunacağız, vatandaş olarak benim en doğal hakkım. Ama maruz kaldığım muameleye bak! Otur, kalk…”

 

“İstanbul’da akademisyen yargılamalarında ya da başka ceza davalarında pek çok şey gördük. Ben uzun yıllardır takip ediyorum. Ta DGM zamanlarından biliyorum hâkimlerin tavrını ama bu kadar kötüsünü hiç görmemiştim. Baştan sen zaten suçlusun. Savunmaymış, şuymuş buymuş, kimseyi ilgilendirmiyor. Usulen bile yapmıyorlar bunu.”

 

“Engelli maaşı alamadık, malulen emeklilik başvurumuz reddedildi”

 

Demirel’in rahatsızlığı, dava süreci derken birçok ekonomik zorlukla da baş etmek zorunda kalmış Çetinbaş. Demirel annesinin yanında kaldığı günlerde Çetinbaş haftada 3 gün işe gidebiliyor. Türkiye koşullarının da getirdiği geçim zorluğu nedeniyle engelli maaşı alabilmek için başvuru yapmışlarsa da bu süreçte de birçok ihlâlle karşı karşıya kalmışlar.

 

“Benim özgün durumum dışında da zaten Türkiye korkunç bir durumda. Belgeselciler her zaman zor koşullar altında yaşıyorlardı ama bu son süreçte pek çok arkadaşımız ya Türkiye’yi terk etti ya da başka işler yapmaya başladı. Maalesef iyi değil” diyor Çetinbaş.

 

“En başta, sağ olsunlar ailelerimiz, arkadaşlarımız hep yanımızda olduğu için çok ileriye dönük bir şey düşünemedik ama bir noktadan sonra nasıl geçineceğiz biz, ne yapacağız diye sormaya başladık. Yani Çayan çalışamıyor, ben çalışamıyorum. Aile tamamen perişan olmuş durumda. Engelli maaşına başvurdum. ‘Engelli maaşı’, ‘evde bakım maaşı’ böyle çok güzel şeyler var Türkiye’de. Biz de başvurduk. Hiçbirini alamadık. Neden? Çünkü biz kendi evimizde oturuyoruz, kendimize ait bir arabamız var…

 

“Ben de son çare olarak Ağustos 2016’da malulen emeklilik için SGK’ya başvurdum. Defalarca kez tam teşekküllü devlet hastanelerinde sağlık kurulu heyetlerine girdik. Üç gün boyunca korkunç hastane koridorlarında bekledik. Olmuyor, başka hastaneye sevk ediyorlar, kabul etmiyorlar filan… Gerçekten böyle yıldırıp ‘istemiyoruz’ dedirtmeye çalışıyorlar size.

 

“Neticede bütün bu hastane süreçleri bittikten sonra malulen emeklilik talebiniz reddedildi diye bir yazı geldi. Gerekçe; sürekli bakıma muhtaç görünmüyormuş Çayan. Malullük derecesi kabul edilmiş ama sürekli bakıma muhtaç değilmiş.

 

 

“Bir yanlışlık oldu herhalde diye düşünüp itiraz ettim. SGK’nın üst kuruluna gitti ve üst kurul da aynı şekilde 10 tane profesörün imzasıyla reddetti. Artık o noktadan sonra itiraz edebileceğimiz hiçbir merci kalmıyor. Bu 2018’de oldu. Yani bir buçuk yıl o kurul, bu kurul, bekledik. Sonrasında dava açtım. Adli tıp kurulunda tekrar heyete girdik, o kabul etmedi, tekrar üst kurulda heyete girdik. Yani uzun lafın kısası, 2 yıldan fazla da malulen emeklilik davası sürdü. Ve biz daha yeni, geçen ay ilk kez maaşımızı aldık. 1.500 lira malulen emekli aylığımız var artık. 2020’nin Kasım’ında, yani Çayan rahatsızlandıktan neredeyse 6 yıl sonra, biz daha ilk kez hakkımızı aldık. Fakat bu defa SGK karara itiraz etti. Şimdi istinafa gidiyor dosya. İstinaf eğer bizim aleyhimize karar verirse dava tekrardan görülecek. Sonra bir de Yargıtay süreci var. Neticede eğer Yargıtay en kötü ihtimalle bizim aleyhimize karar verirse biz bu sefer aldığımız maaşları da faiziyle geri ödemek zorunda kalacağız.”

 

“Ev sahibi evi vermekten vazgeçti”

 

“Eğer 10 tane profesör Çayan gibi bir insan için ‘sürekli bakıma muhtaç değil’ diyorsa orada bir art niyet vardır” diyen Çetinbaş, yargı tacizinin hayatlarının farklı alanlarına da sirayet ettiğini söylüyor:

 

“Çayan Demirel diye girdiğiniz zaman direkt 4 buçuk yıl hapis cezası aldığı ortaya çıkıyor. Biz Beşiktaş’ta oturuyorduk önceden. Dört kat merdiven, in çık zor oluyordu. Kendi evimizdi, o yüzden taşınmayı düşünmemiştik ama bir noktadan sonra ben artık taşıyamaz oldum Çayan’ı ve taşınmak istedik. Ev aradım uzun bir süre. Kadıköy’de giriş kat bir ev olsun, daha ferah, Çayan’la daha rahat hareket edebileceğimiz bir ev arayışına girdik ve en son tam bize uygun bir ev bulduk. Tam kontrat imzalayacakken ev sahibi vazgeçti. Ben yapmıştım görüşmeleri, Çayan’ın ismi bile geçmemişti ama son anda kimlik aşamasında ismimi araştırıp Çayan’ın hapis cezası aldığını görmüş ve bize evini vermek istemedi ev sahibi. Bu dava meselesi hayatımızın çeşitli alanlarına yansıyor maalesef.”

Yukarı