Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

İnfaz indirimi düzenlemesinde siyasi mahkumlar kapsam dışı bırakılıyor

İnfaz indirimi düzenlemesinde siyasi mahkumlar kapsam dışı bırakılıyor

Taslak mevcut haliyle geçerse “terör” suçlamalarıyla cezaevinde bulunan gazeteciler ve şiddet eyleminde bulunmamış pek çok diğer kişi düzenlemeden yararlanamayacak

 

Hükümetin Kovid-19 salgınının cezaevlerine yayılması ihtimaline karşı alınacak tedbirler kapsamında hızlandırdığı infaz indirimi düzenlemesinin önümüzdeki günlerde yasalaşması bekleniyor.

Üçüncü Yargı Reform Paketi çalışmaları kapsamında yürütülen infaz indirimi tasarısına son şekli hükümet partisi AKP’nin muhalefet partileriyle halen devam eden görüşmeleri sonucunda son şeklini alacak. Ancak tasarının içeriği basına yansıdığı şekilde yasalaşırsa “terör” suçluları kapsam dışında bırakılacak. Bu da aralarında gazeteciler, siyasetçiler, yazarlar, avukatlar ve aktivistlerin bulunduğu binlerce siyasi mahkûmun infaz indirimi düzenlemesinden faydalanamayacağı anlamına geliyor. 

Tasarıya göre cezaevinde kalma süreleri üçte ikiden 1/2’ye (yüzde 67’den yüzde 50’ye) düşürülürken denetimli serbestlik süresi de bir kereye özgü olmak üzere bir yıldan üç yıla çıkarılıyor. Düzenleme ile 100 bin dolayında kişinin tahliyesi bekleniyor. Halen 300 bine yakın kişinin tutulduğu cezaevlerinde kapasite üstünde mahkûm bulunması ve hijyen, temizlik ve tedavi hizmetlerine kısıtlı erişim nedeniyle olası bir Kovid-19 salgınının etkilerinin yıkıcı olmasından endişe ediliyor.

Bağımsız Gazetecilik Platformu’nun (P24) verilerine göre cezaevlerinde halen 102 gazeteci ve medya çalışanı bulunuyor. Bunlar arasında 70 yaşındaki Ahmet Altan, kalp damarlarında tıkanıklık bulunan 64 yaşındaki Mümtazer Türköne ve kronik sağlık problemleri yaşayan Aziz Oruç ve Ziya Ataman gibi isimler var. Gazetecilerin yanı sıra aralarında iş insanı ve sivil toplum temsilcisi Osman Kavala ve HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş gibi isimlerin bulunduğu çok sayıda kişi de terör, devlete karşı suçlar ve darbe gibi değişik suçlamalarla yıllardır cezaevinde.

Bu kişilerin pek çoğu infaz indiriminde kapsam dışı bırakılan terör suçlamalarıyla yargılanmasına rağmen dava süreçlerinde şiddet eylemlerine herhangi bir şekilde bulaştıklarına, şiddet çağrısı yaptıklarına veya yasadışı örgütlerin şiddet içeren eylemlerine yardımcı olduklarına dair herhangi bir delil sunulmadı.

Buna ek olarak, yargı süreçlerinde yaşanan çok sayıda ihlal âdil yargılanma hakkı ve yargı bağımsızlığı ilkelerine gölge düşürdü. Mahkemeler tarafından verilen çok sayıda çelişkili ve en temel âdil yargılanma güvencelerini dahi ihlal eden kararlar hâkimlerin tahliye ve tutukluluk kararlarını alırken bağımsız hareket edemedikleri, bu kararların hukuki olmaktan çok “siyasi” olduğu ve bu nedenle de sanıkların “siyasi rehineler” oldukları yönünde kuvvetli endişelere yol açtı.

Türkiye’de adalet sistemi ve yargı bağımsızlığıyla ilgili yaşanan sorunlar özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında ilan edilen ve 2018’de kaldırılan Olağanüstü Hal’le (OHAL) birlikte ciddi anlamda kötüleşti. OHAL döneminde çıkarılan ve âdil yargılanma güvencelerini zayıflatan pek çok kararname OHAL sonrası dönemde yasalaşırken 2017 anayasal referandumuyla yürürlüğe giren ve Cumhurbaşkanı ve Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran siyasi partilere Hâkim ve Savcılar Kurulunun (HSK) 13 üyesinin tamamını atama yetkisi veren düzenleme yargı bağımsızlığını önemli ölçüde zedeledi. Siyasi liderlerin ve hükümete yakın medya kuruluşlarının yargılanan kişileri hedef alan açıklama ve yayınları da ulusal ve uluslararası pek çok kuruluş tarafından yargının bağımsız hareket etme kabiliyetini zayıflatan ve suçlamaların siyasi ve keyfî olduğu izlenimine yol açan bir diğer faktör olarak gösterildi.

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatovic, Temmuz 2019’da Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyareti temelinde hazırlanan ve 19 Şubat 2020’de yayımlanan raporunda “Yargı, kuvvetli bir şekilde siyasi amaç ima eden surette, giderek tekdüze ve partizan kararlar veriyor görünmektedir” ifadelerini kullanıyor.

Raporda adalet sistemi hakkında ise şu yoruma yer veriliyor: “Hukuk devleti olmak için gerekli olan, masumiyet karinesi, suçların geriye yürümezliği, aynı suçtan iki kere yargılama yapılamayacağı, ayrıca hukuk güvenliği ve suç teşkil eden eylemlerin öngörülebilir olması gibi hukukun en temel ilkelerinin yargı içinde göz ardı edilmesi öyle bir seviyeye varmıştır ki, siyasi otoriteye yönelik muhalif bir yorum veya eleştirinin, Türk savcı ve mahkemeleri tarafından suç faaliyeti olarak yorumlanıp yorumlanmayacağını iyi niyetle ve objektif olarak kestirebilmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir.”

Bu sorunların etkilerinin yaygın olarak gözlemlenebildiği davaların öne çıkanlarından bazılarıyla ilgili ayrıntıları aşağıda sunuyoruz:

 

OSMAN KAVALA

İş insanı Osman Kavala, Gaziantep’te Alman Goethe Enstitüsü ile birlikte gerçekleştirilmesi planlanan bir projenin toplantısından dönerken 18 Ekim 2017 günü İstanbul Atatürk Havalimanında gözaltına alındı. 1 Kasım 2017 tarihinde “Gezi olayları olarak bilinen eylemlerin yöneticisi ve organizatörü olduğu” iddiasıyla tutuklama talebiyle Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildi ve hakimlikçe Türk Ceza Kanunu’nun 309 ve 312. maddeleri uyarınca “Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” ve “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlarından tutuklanarak Silivri Cezaevine gönderildi.

Kavala, “Tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği” iddialarıyla ilgili olarak Aralık 2017’de Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu. Kavala, tutukluluğu ile ilgili olarak 8 Haziran 2018 tarihinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurdu.

İlerleyen süreçte Kavala hakkında hem Gezi protestoları hem de 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle bağlantılı olarak soruşturma yürütüldüğü ortaya çıktı ancak 15 Temmuz dosyası ile ilgili işlem yapılmadı. Gezi Parkı soruşturmasında ise Kavala hakkında 19 Şubat 2019 tarihinde iddianame düzenlendi. Kavala ile birlikte 16 kişinin Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 312. maddesi uyarınca “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan cezalandırılmasının talep edildiği iddianame, 4 Mart 2019 tarihinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

22 Mayıs 2019 tarihinde Kavala’nın bireysel başvurusunu görüşen AYM Genel Kurulu, “hak ihlali yoktur” diyerek 5’e karşı 10 üyenin oy çokluğuyla Kavala’nın başvurusunu reddetti.

Mahkeme heyetinde değişiklik

Kavala’nın 16 kişi ile birlikte yargılandığı davanın ilk duruşması 24-25 Haziran 2019 tarihlerinde Silivri Cezaevi kampüsünün karşısındaki mahkeme salonunda başladı. Davanın 24-25 Haziran ve 18 Temmuz tarihli ilk iki duruşmasına başkanlık yapan ve Kavala’nın ev hapsi tedbiriyle tahliye edilmesi yönünde karşı oy kullanan mahkeme başkanı Mahmut Başbuğ ile diğer üç üyesi Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) kararıyla davadan alındı. HSK’nın 29 Temmuz günü yayımlanan ikinci yetki kararnamesiyle davaya bakan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde ikinci bir heyet oluşturuldu ve Gezi davasına bakan heyet, ikinci heyete kaydırılarak dosyadan alındı. Gezi davasına bakacak birinci heyetin başkanlığına Galip Mehmet Perk, üyeliğine ise Talip Ergen getirildi. Hem Kavala hem de davanın ikinci tutuklu sanığı Yiğit Aksakoğlu için “tutukluluğun devamı” yönünde oy kullanan kıdemli üye Ahmet Tarık Çiftçioğlu’nun ise yeri değiştirilmedi.

AİHM kararına rağmen devam eden tutukluluk

AİHM, 10 Aralık 2019 tarihinde Kavala’nın başvurusu hakkında ihlal kararı verdi. Yargılanma ve tutuklanmanın politik saik taşıdığına hükmeden AİHM, Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını istedi. Ancak yargılamayı yürüten İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi AİHM kararının kesinleşmediğini gerekçe göstererek karardan sonra Aralık ve Ocak aylarında görülen iki duruşmada Kavala’nın tutukluluğunun devamına hükmetti.

6 Şubat 2020 tarihinde celse arasında mütalaasını sunan duruşma savcısı, Kavala ile tutuksuz sanıklardan Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı’nın Türk Ceza Kanunu TCK 312’deki “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarına karar verilmesini talep etti. Savcı ayrıca “Dosyanın gelmiş olduğu aşama, mevcut delil durumu ve suçun sübutu halinde alması muhtemel ceza karşısında kaçma şüphesinin mevcudiyeti de dikkate alınarak” Kavala’nın hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmesini istedi.

Davanın 18 Şubat 2020 tarihinde görülen karar duruşmasında mahkeme sürpriz bir kararla Kavala ile birlikte sekiz diğer sanığın tüm suçlamalardan beraatine ve Kavala’nın tahliyesine hükmetti.

15 Temmuz dosyasında yeniden tutuklama

Ancak beraat kararından saatler sonra Kavala hakkında yeni bir gözaltı kararı çıkarıldı. Gezi davası kapsamında tahliyesine hükmedilen Kavala, cezaevi çıkışında gözaltına alınarak İstanbul Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. Kavala hakkındaki gözaltı kararının, daha önce tutuklanıp 11 Ekim 2019 tarihinde re’sen tahliye edildiği 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında olduğu öğrenildi. Kavala, bir günlük gözaltı süresinin ardından 19 Şubat 2020 tarihinde TCK 309. maddesi uyarınca “Anayasal düzeni bozmaya teşebbüs” suçlamasıyla tutuklandı.

Tutuklama kararının verildiği 19 Şubat günü HSK, Gezi davasında beraat kararı veren İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti hakkında soruşturma başlattı.

“Casusluk” suçlaması

AİHM’in Kavala ile ilgili kararına Türkiye’nin itiraz süresinin sona ereceği 10 Mart tarihinden bir gün önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yine 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında Kavala ile ilgili “yeni delil” bulunduğunu duyurdu. Soruşturma belgeleri incelendiğinde bahsedilen yeni delilin İstanbul doğumlu Amerikalı akademisyen Henri J. Barkey ile Kavala’nın telefonlarının çeşitli tarihlerde aynı baz istasyonlarından sinyal vermiş olması, Barkey ile Kavala’nın darbe girişiminden birkaç gün sonra bir restoranda karşılaşmış olmaları ve darbe girişimi sırasında İstanbul’da olduğu belirlenen Barkey’in kaldığı otelde çalışan görevlilerden birinin ifadesi olduğu anlaşıldı. Savcılığın Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine gönderdiği 9 Mart 2020 tarihli tutuklama talebinde “Barkey hakkında yapılan ek araştırmada yabancı devletler adına istihbari görevler alarak faaliyette bulunduğuna yönelik bulgulara erişildiği” belirtildi.

Bu gelişmeden günler önce avukatları 1. Yargı Reform Paketi ile kanunlaşan ve soruşturma aşaması için azami tutukluluk süresinin iki yıl olduğunu hükme bağlayan düzenleme gereği Kavala’nın tutukluluğuna itiraz eden bir dilekçe sunmuşlardı.

Kavala, 9 Mart 2020 günü savcılık sorgusu yapılmaksızın bu kez de TCK 328. maddesi uyarınca “siyasal ve askeri casusluk” suçundan tutuklama talebiyle İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edildi.

İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğince SEGBİS yoluyla sorgusu yapılan Kavala, darbe girişimi soruşturması kapsamında “kuvvetli suç şüphesi bulunduğu” gerekçesiyle ve “Gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme” (TCK 328) suçlamasıyla tutuklandı. Böylece Kavala aynı dosya kapsamında üçüncü kez tutuklanmış oldu.

 

AHMET ALTAN

Darbe girişiminden bir gün evvel çıktığı bir televizyon programında “sübliminal mesajlar” verdiği iddiasıyla 10 Eylül 2016 tarihinde gözaltına alınan gazeteci ve yazar Ahmet Altan, savcılık sorgu tutanaklarına göre “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek,” “terör örgütü üyeliği” ve “terör örgütü propagandası yapmakla” suçlandı.

İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 22 Eylül’de Altan’ın adlî kontrol şartıyla serbest bırakılmasına karar vermesine rağmen Altan, aradan 24 saat geçmeden tahliyesine yapılan itirazın kabul edilmesiyle 23 Eylül’de tutuklandı.

Altan için 8 Kasım 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine, 12 Ocak 2017 tarihinde ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapıldı.

Altan ve aynı davada yargılanan aralarında kardeşi Mehmet Altan’ın da bulunduğu sanıklar hakkında TCK 309, 311 ve 312. maddeleri uyarınca “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme”, “Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme,” “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçlamalarıyla üçer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve “silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” suçlamasıyla da 7 buçuk yıldan 15 yıla kadar hapis cezası talep edildi.

11 Aralık 2017’de açıklanan savcının esas hakkındaki mütalaasında Altan ve diğer beş tutuklu sanığın “Anayasal düzeni devirmeye çalışmak” suçunu düzenleyen TCK 309/1. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılması istendi. 16 Şubat 2018’de kararını açıklayan mahkeme Altan ve diğer tutuklu sanıkları esas hakkında mütalaa uyarınca “Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı.

Hüküm, avukatların istinaf başvurusunu değerlendiren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından Ekim 2018’de onandı ancak Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararıyla bozuldu. Yargıtay, Ahmet Altan’ın “Anayasayı ihlâl” yerine, “Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan yargılanması gerektiğine karar verdi. 

Anayasa Mahkemesi ise Ahmet Altan’ın bireysel başvurusunu oy çokluğuyla reddetti.

Yeniden yargılama ve üst sınırdan ceza

Bozma kararının ardından davada yeniden yargılama 8 Ekim 2019 tarihinde İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinde başladı. 4 Kasım 2019 günü yeniden yargılamayı sonlandıran mahkeme, Altan’ın önce “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan 7 yıl hapisle cezalandırılmasına karar verdi, daha sonra cezayı 1/2 oranında artırarak toplamda 10 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetti. Ceza TCK’nın “üye olmadan yardım” suçunu düzenleyen 220/7 maddesi uyarınca verilecek hapis cezasının üst sınırına oldukça yakın.

İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi bu hükümle birlikte Altan’ın tutuklulukta geçirdiği süreyi göz önünde bulundurarak tahliyesine de karar verdi. Kararın ardından üç yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Ahmet Altan, Silivri Cezaevinden gece saatlerinde tahliye edildi.

Hükümle tahliyeye itiraz ve yeniden tutuklanma

6 Kasım 2019 tarihinde, yani Ahmet Altan’ın hükümle birlikte tahliyesinden iki gün sonra, savcılık hükümle birlikte verilmiş olmasına rağmen tahliye kararına itiraz etti. İtirazın 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmesi üzerine itirazı değerlendiren 27. Ağır Ceza Mahkemesi, tahliye kararına yapılan itirazı 12 Kasım 2019 günü kabul ederek, Altan hakkında yakalama kararı çıkardı. Mahkeme, kararı Altan’ın avukatlarına bildirmedi. Karar ve yakalama emri aynı gün akşam saatlerinde hükümete yakın Sabah gazetesi tarafından duyuruldu.

Altan, 12 Kasım akşamı İstanbul’daki evinde gözaltına alındı, 13 Kasım 2019 günü ise yeniden tutuklanarak Silivri Cezaevine gönderildi.

2 Mart 1950 doğumlu Altan’ın 12 Ocak 2017’de yapılan AİHM başvurusu halen görüşülmeyi bekliyor.

 

SELAHATTİN DEMİRTAŞ

Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 4 Kasım 2016’da HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve partisinden dokuz milletvekiliyle birlikte, “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak”, “terör örgütü üyesi olmak”, “silahlı terör örgütüne üye olmak” ve “örgüt adına suç işlemek” iddialarıyla gözaltına alındı. Aynı gün çıkartıldığı Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanan Demirtaş, Edirne F Tipi Cezaevi’ne gönderildi.

Demirtaş hakkında, tümü basın açıklaması, miting ve toplantı konuşmaları, kurum ve kuruluşların daveti üzerine yaptığı konuşmalar, Meclis çalışmaları sırasında sarf ettiği sözler ve partisinin TBMM Grubu’nda yaptığı konuşmalardan dolayı toplam 96 adet fezleke hazırlandı. Tutuklanmasının ardından Demirtaş hakkında hazırlanan fezlekeler tek tek davaya dönüştü. Hakkında 33 dava açılan ve 142 yıla kadar hapsi istenen Demirtaş’ın farklı il ve ilçelerde açılan dava dosyaları, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülen ana dava dosyası ile birleşti.

2013 yılında İstanbul’da yapılan Nevruz kutlamasında yaptığı konuşma nedeniyle “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla beş yıl hapis istemiyle yargılanan Demirtaş, 7 Eylül 2018’de İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülen karar duruşmasında 4 yıl 8 ay hapse mahkûm edildi.

Hapis cezası hızla onandı, AİHM kararı boşa düşürüldü

Demirtaş’ın avukatlarının uzun tutukluluk süresini gerekçe göstererek yaptıkları AİHM başvurusu, 21 Kasım 2018 tarihinde karara bağlandı. Uzun tutukluluk süresi, seçme ve seçilme özgürlüğü ve tutuklamanın siyasi saikle yapıldığı anlamına gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesi bakımından ihlal kararı veren AİHM, Demirtaş’ın tahliye edilmesini istedi.

AİHM kararını değerlendiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” dedi. AİHM kararı ve Erdoğan’ın açıklamalarının hemen ardından Demirtaş’ın İstanbul’da yargılandığı davadan aldığı 4 yıl 8 ay hapis cezası beklenmedik bir hızla istinaf mahkemesi tarafından 4 Aralık 2018 tarihinde onandı. Böylece Demirtaş’ın tutuklu statüsünden hükümlü statüsüne geçmesiyle AİHM kararı boşa çıkmış oldu.

Tahliye edildi başka bir dosyadan tutuklandı

2 Eylül 2019 tarihinde Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi Demirtaş’ın tutuklu olarak yargılandığı ana davada tahliye kararı verdi. Ancak Demirtaş, diğer davada hükümlü olduğu için cezaevinden çıkamadı. Bu kararın ardından avukatları Demirtaş’ın başka bir davada hükümlü olması nedeniyle tahliye edilmediğini ancak tutuklulukta geçen sürenin mahsubu ve denetimli serbestlik başvurusundan sonra kısa zamanda tahliyesinin beklendiğini söyledi.

Ardından Demirtaş’ın avukatları tutukluluk süresini kesinleşen cezadan mahsup etme ve tahliye talebinde bulundu. Demirtaş’a 4 yıl 8 ay hapis cezası veren İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi 20 Eylül 2019’da avukatların mahsup etme talebini kabul etti. Ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ana dava kapsamındaki farklı bir dosyayı gündeme getirerek Demirtaş ve Yüksekdağ hakkında ana davada da yargılandıkları “6-8 Ekim olayları”ndan tutuklama istedi. Demirtaş ve Yüksekdağ 20 Eylül 2019 günü Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliğinin kararıyla tekrar tutuklandı.

 

“FETÖ MEDYA” DAVASI

Aralarında gazeteci Murat Aksoy ve kapatılan Meydan gazetesi köşe yazarı Atilla Taş’ın da bulunduğu çoğunluğu gazeteci 29 kişinin “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılandığı ve kamuoyunda “FETÖ medya davası” olarak anılan davanın 31 Mart 2017 tarihinde görülen ilk duruşmasında savcı 13 tutuklu sanığın tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmesini talep etti.

Yargılamayı yürüten İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi, bu 13 kişinin de aralarında bulunduğu 21 sanığın tahliyesine hükmetti. Mahkeme heyeti, sanıklar Davut Aydın, Emre Soncan, Mutlu Çölgeçen, Ufuk Şanlı ve Ünal Tanık’ın ise tutukluluk hâllerinin devamına karar verdi.

Ancak tahliyeler henüz gerçekleşmeden, savcı tarafından tahliyesi talep edilen Abdullah Kılıç, Ali Akkuş, Atilla Taş, Bünyamin Köseli, Cihan Acar, Gökçe Fırat Çulhaoğlu, Hüseyin Aydın, Murat Aksoy, Mustafa Erkan Acar, Oğuz Usluer, Seyit Kılıç, Yakup Çetin ve Yetkin Yıldız bu kez yeni açılan bir “darbe” soruşturması kapsamında gözaltına alındı.

Sanıklar Ahmet Memiş, Bayram Kaya, Cemal Azmi Kalyoncu, Cuma Ulus, Habib Güler, Halil İbrahim Balta, Hanım Büşra Erdal ve Muhammet Said Kuloğlu ise tahliyelerine yapılan itirazın kabul edilmesiyle yeniden tutuklandı.

Mahkeme heyeti ve duruşma savcısı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla Nisan 2017 başında geçici olarak görevden uzaklaştırıldı.

“Darbe” soruşturması kapsamında yeniden tutuklanan 13 gazeteci hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan tarafından hazırlanan yeni iddianamede “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlarından ikişer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi. Ağustos 2017’de görülen ilk duruşmasında bu davanın devam etmekte olan “FETÖ medya yapılanması davası” ile birleştirilmesine karar verildi ve sanıklardan Bünyamin Köseli ve Cihan Acar adlî kontrol şartıyla tahliye edildi.

İki iddianamenin birleşmesinden sonra davanın 6 Şubat 2018 tarihinde görülen duruşmasında esas hakkındaki mütalaasını sunan savcı, 13 sanık hakkındaki “darbe” suçlamasının düşürülmesini talep etti. Murat Aksoy, Gökçe Fırat Çulhaoğlu ve Muhterem Tanık hakkında “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan ceza isteyen savcı, diğer sanıkların “FETÖ/PDY örgütü üyeliği” suçlamasından cezalandırılmasını istedi.

Davanın 8 Mart 2018’de görülen karar duruşmasında mahkeme, 11 gazeteci hakkında “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan alt sınırdan 6 yıl 3 ay; 11’i hakkında aynı suçtan 7 yıl 6 ay; Atilla Taş ve Murat Aksoy’a ise “örgüte üye olmadan yardım” suçundan sırasıyla 3 yıl 1 ay 15 gün, ve 2 yıl 1 ay hapis cezası verdi.

İstinaf mahkemesi olarak görev yapan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, 22 Ekim 2018 tarihinde istinaf taleplerini esastan reddetti.

İstinaf aşamasının ardından Yargıtay’a gönderilen dosya ile ilgili 10 Aralık 2018 tarihinde tebliğnamesini sunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, cezaların onanması yönünde görüş bildirdi ve 31 Ocak 2019 tarihinde dosyayı Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderdi.

Çoğu gazetecinin infaz sürelerinin dolmasına az bir süre kalmış olmasına rağmen Yargıtay 16. Ceza Dairesi davayla ilgili kararını henüz açıklamadı. Ancak tutuklu sanıklardan Ali Akkuş hakkında 13 Mart 2020 tarihinde bozma kararı verdi ve Akkuş’un yurt dışına çıkış yasağıyla tahliyesine karar verildi.

Yukarı