Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
“Avukatı duruşma salonundan çıkardığınız andan itibaren, adalet arayışından vazgeçmiş sayılırsınız” İstanbul Barosu Başkanlığı Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın da aralarında bulunduğu yedi kişinin yargılandığı davanın 13 Kasım’da görülen duruşmasında Altan kardeşlerin avukatlarının duruşma salonundan çıkarılmasını kınayan bir açıklama yaptı. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, Altanların avukatı Ergin Cinmen, hâkimin mütalaasını sunması için savcıya söz vermesinden önce söz alıp savunmanın soruşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerini sunmak istemiş, ancak mahkeme başkanı tarafından söz verilmeden konuştuğu gerekçesiyle salondan çıkarılmıştı. Ardından söz alan avukat Figen Çalıkuşu da aynı talepleri iletmek için söz almak isteyince mahkeme başkanınca salon dışına çıkarılması istenmiş, Çalıkuşu bunun üzerine reddi hâkim talebinde bulunmuştu. Daha sonra avukatlar Ferat Çağıl ve Melike Polat da benzer şekilde salon dışına çıkarılmış, duruşmanın devamı Altanların avukatları olmaksızın devam etmişti. İstanbul Barosu konuyla ilgili yaptığı açıklamada davanın adını vermeden yaşananları eleştirdi. Avukatların konuşma taleplerinin reddedilmesinin hiçbir yasal dayanağının olmadığını söyleyen İstanbul Barosu, avukatların salondan çıkarılmalarının savunma hakkının açıkça kısıtlanması olduğunu belirtti. “İstanbul Barosu olarak, konuşmak isteyen avukatların duruşma salonundan çıkarılmasına yönelik bu kararı, hukuka da kanuna da uygun bulmadığımızı belirterek kınıyoruz” denilen açıklamada Baro’nun savunma ve adi yargılanma hakları açısından davanın seyrinin takipçisi olacağı belirtildi. Baro tarafından yapılan açıklamanın tam metni şöyle: Duruşmadan Atılan Avukat Değil, Adalettir Dün bir kez daha avukatların duruşma salonundan çıkarılmasına tanık olduk. Üstelik bu kez, “avukatın konuşma talebi” buna neden oldu. Talebi, hiçbir yasal dayanağı olmaksızın reddeden yargıç, bunu “duruşma düzeninden” sayarak, avukatı salondan çıkarttı. Aynı talebi öne süren diğer avukatın da çıkarılmasını takiben, yeniden açılan celsedeki “reddi hakim” talebine karşın, sanki hiç böyle bir talep yokmuş gibi davranarak, yargılamayı avukatın duruşma salonundan çıkartılması usulüne dönüştüren celseler birbiri ardına sürdü. 4 avukat da salon dışına çıkarıldı. Bu “inatlaşma” yargının saygınlığının giderek daha bir yitirilmesine dair tipik göstergedir. Konuşmayan, tartışmayan, “yüksek takdirlere” uyumlu bir savunma makamı arayışının, öncelikle “adil yargılanmanın” ihlali anlamı taşıyacağı hususunun, “bir yargı organı” tarafından görmezden gelinmesi, akılla izah edilmesi olası bir tutum değildir. Avukat, yargılamada her şeyi tartışmak için vardır. Avukat, yargıç ya da savcı gibi düşünmek için değil, çoğu kez farklı düşündüğü için oradadır. Avukatın konuşma talebinin, “duruşma düzeni” olarak kabul edilerek, sanığın savunmadan yoksun bırakılması, o andan itibaren yapılan işi “yargılama” olmaktan çıkaracaktır. Mahkemece bu yönde verilen karar, sadece hukuka değil, kanuna da aykırıdır. Mahkemenin böyle bir yetkisi yoktur. Avukatların konuşma talebinin, onların duruşma salonundan çıkartılması sonucunu doğuran hiçbir yasal düzenleme de yoktur. CMK 203 Maddesi, Mahkemeye bu yetkiyi vermez, veremez. Bu, açıkça savunma hakkının kısıtlanmasıdır. Mahkeme, yargıç ve savcıdan oluşan bir kurumsallık değildir. TCK 6. Maddesinde ifadesini bulan “yargı görevi” avukatlar için de sözkonusudur. Avukat yargının kurucu unsurudur. Avukatı duruşma salonundan çıkardığınız andan itibaren, adalet arayışından vazgeçmiş sayılırsınız. Avukatın yargıç gibi düşünmemesi ve bu bağlamda oluşan görüş farklılıkları, yargılamanın doğasında mevcuttur. Her görüş farklılığının, “duruşma düzeni” bağlamında değerlendirilmesi halinde, savunma hakkının kısıtlanması bir yana, yargılamanın da yapılabilmesi olanağı ortadan kalkacaktır. Çünkü, karşı karşıya olduğumuz olay, avukatların saygısızlığı, düzen bozucu davranışı, üsluptaki dikkat eksikliği vb. nedenlerden değil, sadece “söz talebinden” kaynaklanmaktadır. Yaşadığımız OHAL düzeni ve yapılan yargılamaların bu açılardan taşıdığı önem ve özellik, bu yargılamalara daha bir özen gösterilmesini gerekli kılmaktadır. Uluslararası sözleşmelerin Anayasanın 90. Maddesi çerçevesinde aldığı boyut, özel olarak değerlendirilmelidir. İç hukuk yollarının, avukatsız tüketilmesine, zaman ve yargı konjonktürü olanak verse de, AİHM’nin bu durumu olağan karşılaması beklenemez. Tam da bu nedenle, özellikle de “adil yargılanma” ilkesinin ihlal edildiği gibi bir sonucun doğmasına yol açacak uygulamalardan kaçınmak gerekir. İstanbul Barosu olarak, konuşmak isteyen avukatların duruşma salonundan çıkarılmasına yönelik bu kararı, hukuka da kanuna da uygun bulmadığımızı belirterek kınıyoruz. Davanın seyrinin, savunma ve adil yargılanma hakları açısından takipçisi olacağız.