Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
Kürt sorunu, tecrit ve çatışmalara dair haberlerin doğrudan suçlama konusu yapıldığını belirten avukat Resul Temur, “Kürt basını için yargısız infazdan açık biçimde yargısal infaza geçildiğini söyleyebiliriz” diyor
FERİD DEMİREL
3 Mayıs Basın Özgürlüğü Günü’nde Expression Interrupted’ın listesine göre Türkiye’de hapishanelerde 32 gazeteci bulunuyor.
23 Nisan’a kadar bu sayı 28 iken, 23 Nisan 2024 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma kapsamında, İstanbul, Ankara ve Şanlıurfa’da gözaltına alınan dokuz gazeteci ve medya çalışanından üç tanesi daha tutuklanınca sayı 31’e çıktı. (2 Mayıs'ta eski TRT muhabiri Elif Akkuş'un devam eden bir soruşturma kapsamında 2 Mayıs'ta tutuklanmasıyla bu sayı 32'ye ulaştı).
23 Nisan’daki baskınlarda gözaltına alınan gazeteciler ve medya çalışanları 26 Nisan’da İstanbul’da bulunan Çağlayan Adliyesindeki nöbetçi hakimliğe çıkarıldı. Mezopotamya Ajansı muhabiri Esra Solin Dal, Yeni Özgür Politika gazetesinde haberleri yayımlanan Erdoğan Alayumat ve Mezopotamya Ajansı muhabiri Mehmet Aslan, “silahlı terör örgütüne üyelik” suçlamasıyla tutuklandı.
Aynı soruşturmada gözaltına alınan Yeni Yaşam gazetesi editörü Enes Sezgin, Jin Dergisi yazarı Saliha Aras, Jin TV programcısı Beste Argat Balcı, Mezopotamya Ajansı’nın eski muhabiri Doğan Kaynak ve gazeteciler Şirin Ermiş ve Yeşim Alıcı ise adli kontrol kararıyla serbest bırakıldı.
Gözaltına alınanların avukatlarının vermiş oldukları bilgilere göre, gözaltında ve hakimlik sorgularında, gazetecilere yaptıkları haberler soruldu.
Kürt gazetecilerin toplu bir şekilde gözaltına alınması, yaptıkları gazetecilik faaliyetlerini de etkiliyor. 2022 yılından bu yana Kürt basın organlarına yönelik yapılan baskınlarda, gazeteciler toplu bir şekilde gözaltına alındı, onlarca gazeteci tutuklandı.
8 Haziran 2022 tarihinde Diyarbakır merkezli bir soruşturmadan dolayı 20 gazeteci gözaltına alındı, 16’sı tutuklandı. 25 Ekim 2022 tarihinde Ankara merkezli bir soruşturma kapsamında Ankara, Diyarbakır, İstanbul, Mardin, Şanlıurfa ve Van’da yapılan ev baskınları sonucunda dokuz gazeteci tutuklandı. 29 Nisan 2023 günü Ankara merkezli bir soruşturma kapsamında 15 kentte düzenlenen operasyonlarda, aralarında gazetecilerin de olduğu yüzlerce kişi gözaltına alında. Soruşturma kapsamında beş gazeteci tutuklandı. Gözaltına alınanlar arasında bulunan Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı gazeteci Dicle Müftüoğlu ve Mezopotamya Ajansı (MA) editörü Sedat Yılmaz, 3 Mayıs Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklanarak cezaevine kondu. Sedat Yılmaz sekiz ay, Dicle Müftüoğlu da 10 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye oldu.
Müftüoğlu: “Kürt gazetecilerin seslerini kısmak istiyorlar”
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu, Kürt gazetecilere yönelik toplu gözaltı ve tutuklamaların, Türkiye’deki siyasi gündemlerle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Müftüoğlu, özellikle Kürt sorunu ile ilgili gelişmelerden önce ya da sonra Kürt gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklandığı görüşünde. 23 Nisan’da dokuz gazetecinin gözaltına alınmasının, 31 Mart 2024 tarihinde gerçekleşen yerel seçimlerle bağlantılı olduğunu belirten Dicle Müftüoğlu, “Kürt gazetecilerin seslerini kısmak istediklerini” ifade ediyor.
Toplu bir şekilde gözaltına alınıp tutuklanan Kürt gazetecilerin, malzemelerine el konulan Kürt basın kurumlarının haber yapma motivasyonunu nasıl sürdürdüğü ile ilgili soruya Dicle Müftüoğlu, gözaltı ve tutuklanmaların yaşanmasından hemen sonra, yaptıkları haber sayılarının düştüğünü ama her operasyon sonrasında bir kez daha “ya evet biz gerçekten doğru bir şey yapıyoruz” dediklerini kaydediyor:
“Çünkü son tutuklanan arkadaşlarımızın hem emniyet, savcılık ve hakimlikte sorulan sorulara, önlerine konulan haberlere baktığımızda Kürt sorunu, tecrit gündemli bütün haberler suç gibi gösterilmiş. Yani Kürt sorununa dair yazılan, çizilen bütün her şey suç diye gösteriliyor. Öyle bir tablo ki düşünün, yani bu topraklardaki genel anlamda bir halkın varlığı yok sayılıyor, kimliği yok sayılıyor, dili yok sayılıyor. Gerçekten büyük bir savaş içerisinde yaşıyor bu topraklardaki insanlar ve bu varlığı, bu gerçekliği aslında yazmamızın önüne geçmeye çalışıyor iktidar ve yargı eliyle bunu yapmaya çalışıyor.”
“Savcının çalışamaz duruma getirme talimatı var”
Kimi zaman tutuklanan arkadaşlarının yerine geçerek onun yarıda bıraktığı işleri yürüttüklerini ya da izin kullanmayarak daha fazla sorumluluk almaya çalıştıklarını belirten Müftüoğlu, polis baskınlarında el konulan gazetecilik materyallerinin ve malzemelerinin de kendilerine verilmediğini belirtiyor: “2022 Haziran ayında yapılan operasyonda, düşünün ki bir yapım stüdyosunda, prodüksiyon stüdyosundaki bütün ekipmanları, yani içerisinde 3-4 tane stüdyonun olduğu bir alandaki bütün ekipmanlara, rejisinden kamerasına, mouse’una, ışığına kadar birçok şeye el konulmuştu ve hala da geri verilmiş değil. Ve bu ekipmanlar emniyet müdürlüğü tarafından suç ekipmanları olarak servis edilmişti. Hemen bir yıl sonra 25 Nisan 2023'te yapılan operasyonda da yine prodüksiyon şirketinden bir kişi hakkında gözaltı kararı olduğu gerekçesiyle arama yapılmış ve yine oradaki ekipmanların bir kısmına el konulmuştu. O süreçte düşünün, bir mouse’a el koyuyor polis ve çalışanlar ile avukat bu duruma tepki gösteriyor. Bir mouse’un dijital ekipman sayılamayacağı, sadece bilgisayarın hard diskinin, o da mümkünse imajının alınarak götürülmesini talep ediyorlar. Ve o sırada görevli polislerden biri dönüp ‘savcının özel talimatı var, burayı çalışamaz duruma getirme yönünde bir talimatı var’ diyor. Yani biz elbette bu operasyonların bizi çalışamaz duruma getirmeye yönelik olduğunu biliyorduk ama resmi bir ağızdan bu durumu bir kez daha duymuş olduk.”
Dicle Müftüoğlu bazen telefonlarla çekim yapmak zorunda kaldıklarını, bazen malzemeleri dönüşümlü kullandıklarını ifade ediyor: “Bir geleneğin yarattığı, dışarıdan bakan birinin de çok kolay anlayamadığı, bu kadar baskının, bu kadar operasyonun, her an tutuklanma tehdidinin olduğu bir ortamda çalışma hali. Aslında buradaki her bir çalışanın hakikati dünyaya duyurma istemindeki kararlılık ve buna dair duyduğu şevkle alakalı bir durum. Farklı yöntemlerle çalışmayı sürdürmeye gayret ediyoruz. Bir geleneği devam ettirenleri olarak bu yolda yürümeye çalışıyoruz.”
Avukat Temur: “Kürt gazeteciler yaptıkları işlerden dolayı yargılanıyor”
Kürt basınında çalışan gazetecilerin belli aralıklarla ve toplu bir şekilde gözaltına alınmasını değerlendiren Avukat Resul Temur, bunun “Kürt gazeteciliğini bir bütün olarak ortadan kaldırmak” amacıyla yapıldığı görüşünde:
“Kürt gazetecilere yönelik yargısal taciz uzun yıllardır hiç hız kesmeden devam ediyor. Kürt basınında yer alan gazetecilere yönelik baskı, mesaj verme amacını tamamen aşmış olup Kürt gazeteciliğini bir bütün olarak ortadan kaldırmayı amaçlar olmuş. Kürt basını için yargısız infazdan açık biçimde yargısal infaza geçildiğini belirtebiliriz. Kendi isimleri ile program yapan, haber takip eden, köşe yazan gazetecileri ifadeye çağırmak yerine, organize biçimde gözaltına alıyorlar. Bu durum topluma yönelik sansürü ortaya koymaktadır.”
1990’lı yıllardan bu yana Kürt basınında çalışan gazeteciler çoğunlukla Türk Ceza Kanunu’na ve Terörlü Mücadele Kanunu’na dayandırılarak yargılanıyor. Gazeteciler “örgüt üyeliği” ya da “örgüt propagandası” yapmak ile suçlanarak gözaltına alınıp tutuklanıyor. Ancak hem gözaltı süreçlerinde hem de hakimlik sorgularında, haberleri önlerine konarak söz konusu haberleri neden yaptıkları, bazen de neden magazin ya da spor haberleri gibi haberleri yapmadıkları soruluyor. 23 Nisan tarihinde gözaltına alınan gazetecilere de İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde tutulan ve ailesi ve avukatları ile görüşmesine izin verilmeyen PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bu durumunu ve Kürt sorunu ile ilgili diğer konuları neden haber yaptıkları soruldu.
Avukat Resul Temur “Kürt sorunu, tecrit ve çatışma haberlerinin doğrudan suçlama konusu haline getirildiğini” belirtiyor:
“Eskiden Kürt gazeteciler yargılandıklarında devlet ‘biz onları gazetecilik yaptıkları için yargılamıyoruz’ diyordu. Yargılanan Kürt gazeteciliğini mesleki faaliyetinden ve kimliğinden arındırarak sadece kendi çizdikleri iddianameler ile tanımlamak istiyordu. Kimliğinden arındırıp yalnızlaştırmak için her türlü yasal faaliyetini manipüle ederek yasa dışı olarak tanımlıyordu. Gazetecileri yalnızlaştırmak için doğrudan yasa dışı örgüt üyesi olarak tanımlıyordu. Örgüt üyeliğinden yargılayamadığı zaman da örgüt propagandası yaptıkları iddiasıyla yargılıyordu. Bugün de yargılamalarını aynı iddialar üzerine kuruyor aslında. Fakat farklı olarak artık gazetecilik vurgusundan kaçmadan suçlamaya başladılar. Son iki yılda tutuklanan tüm Kürt gazetecileri doğrudan yaptıkları işler ile suçlamaya başladılar. Devlet kendi gündemi dışında yapılan tüm haberleri suçlama konusu haline getirdi. Özellikle Kürt sorunu, tecrit, çatışmalı alan haberleri doğrudan suçlama konusu haline getirilmiş durumda. Artık suçlama doğrudan gazetecilik faaliyetine yönelmiş durumda. Yasal olarak faaliyet yürüten Kürt basın kurumları ortak olarak ‘örgüte müzahir’ basın yayın organı şeklinde tanımlanmakta ve gazetecilerin yaptıkları haberlerine ‘sözde’ ibaresi eklenmeye başlanmıştır.”
Resul Temur, Kürt gazetecilerin davalarında Basın Kanunu’nun uygulanmadığını, gazetecilerin çalıştıkları Kürt medya organlarının yayın politikasının ve tercih edilen haber dilinin suçlama konusu yapıldığını belirtti: “Söz konusu Kürt gazeteciler olunca yargılamak için yasayı uygulamak yerine politik bir mantık yürütmek yeterli oluyor.”