Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

"Saldırı Altında Gazetecilik" belgeselimiz yayında

Gazeteciler ve meslek örgütü temsilcilerinin anlatımlarıyla hazırladığımız “Saldırı Altında Gazetecilik” belgeseli yayınlandı

 

Türkiye’de siyasi, yargısal ve mali bakıların yanı sıra gazetecilerin haber takibi esnasında maruz kaldığı polis şiddetinin de görünürlüğü arttı. Geçtiğimiz yıl boyunca örneklerini sıklıkla yaşadığımız polis müdahaleleri nedeniyle birçok gazeteci yaralandı. Toplumsal olayları takip etmeleri engellenen gazetecilerle birlikte toplumun haber alma hakkı da gasp edildi.

 

Yönetmen Mustafa Ünlü’nün Expression Interrupted için hazırladığı “Saldırı Altında Gazetecilik” belgeselinde, gazetecilere yönelik giderek artan şiddet konusuna gazetecilik meslek örgütleri ve bu şiddetin bizzat muhatabı olan gazetecilerle konuştuk.

 

 

“Gazetecilerin görev yapması belirli prosedürler bahane edilerek yok sayılıyor”

 

Gazeteci Beyza Kural, 6 Kasım 2015’te YÖK protestolarını takip ettiği sırada polisler tarafından alandan uzaklaştırıldığı anları şöyle özetledi: “İstanbul Üniversitesi’nin önünde öğrencilerinin ters kelepçe takılıp gözaltına alınmasını kayda aldığım sırada polisler tarafından alandan uzaklaştırıldım. Basın kartımı göstermem istendi. Göstermeme rağmen alandan uzaklaştırılmaya devam edildim ve polislerden bir tanesi, ‘Hiçbir şey eskisi gibi değil bunu size öğreteceğiz artık, öğreneceksiniz’ diye bağırarak benim gözaltına alınmamı salık verdi. Ters kelepçe ile gözaltı aracının önünde bekletildim. Meslektaşlarımın gazeteci olduğumu tekrar etmeleri üzerine resmi bir gözaltı işlemi yapılmadan serbest bırakıldım.” Bu olayın ardından sahada görev yapmaya devam eden Kural, “Oradaki bana “hiçbir şey eskisi gibi değil bunu size öğreteceğiz’ diyen polisi gördüğüm anları tek tek hatırlıyorum. Çünkü ben sahada çalışmaya devam ediyordum. Bizim şikâyet başvurumuz takipsizlikle sonlanmıştı ve o da amir konumunda gibi sahada olmaya devam ediyordu. Ben genellikle üniversite haberlerini takip ediyordum. O da genellikle o olaylarda sahada oluyordu. İlk gördüğüm anı hatırlıyorum. Galatasaray Lisesi’nin önündeydi. Ve çok gerildiğimi, nasıl ofise geri döneceğimden çok tedirgin olduğumu hatırlıyorum” dedi.

 

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, otoriterleşen toplumlarda kamuoyunun bilgiye erişimi ve gazetecilerden haber alma süreçlerinin problem haline geldiğini anlattı: “Türkiye’de aslında Cumhurbaşkanlık hükümet sistemi ile birlikte devlet yeniden bir organizasyona girdi. İktidar son beş yılda açık bir otoriterleşme siyaseti güdüyor. Otoriter toplumda gazetecilerin görev yapması her zaman belirli prosedürler bahane edilerek yok sayılır. Dolayısıyla Türkiye’de eğer siz gazeteciyim dediğiniz zaman artık Turkuaz Basın kartı yetmiyor. Turkuaz Basın Kartını aldıktan sonra akreditasyon denilen mekanizmayı her defasında işletmeniz gerekiyor. Herhangi bir resmi niteliği taşıyan bir eylemi görüntüleyebilmeniz için. Bazen bunlar da gerekmiyor. Siz akredite bir gazeteci olarak bir resmi toplantıda istenmeyen sorular soruyorsanız burada da dışlanıyorsunuz. Onun dışında toplumsal eylemlerde istenmeyen bir görüntüyü, idareyi zorda bırakan bir görüntüyü veyahut yurttaşı sorgulatan bir görüntüyü sağladığınız zaman yine orada istenmeyen kişi ilan ediliyorsunuz. Bunun aşamaları çok bezdirici. Bir basın temsilcisi açısından hayatı dar eden bir işlev fakat otoriterlik zaten de bu demek.”

 

“Polis gazeteciye saldırının somut yüzü”

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş ise siyasi, yargısal ve mali baskılarla birlikte habere karşı bütün bir saldırı olduğunu söyledi: “Polis bunun en uç ve en gösterilen noktası. Herkes biliyor, Türkiye’de hemen her hafta onlarca gazeteci mahkemelerde haberlerini savunmak zorunda kalıyorlar, haberlerinin haber olduğunu anlatmaya çalışmak zorunda kalıyorlar. Polis bunun biraz daha somut, sokaktaki ayağını kapatmak üzere devreye giren bir güç. Ama bunun öncesinde zaten medyanın yapısın değiştirilmesi, iktidarın medyanın yüzde 95’ini kontrol edip buralarda haber yapılmasını engelliyor olması zaten okuyucunun habere ulaşması önündeki en büyük engeller.

Bir medya sahiplerini değiştirerek yaptı, iki şu an elinde bir güç olarak tuttuğu Basın İlan Kurumu ve RTÜK aracılığıyla yapıyor. Polis sadece şiddetin yüzü ve şiddetin görülmesini engellemeye çalışan bir grup sadece.”

 

“Habere ulaşmamızın engellenmesi hukuksuzluk”

Gazeteci Beritan Canözer, 16 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır'da haber takibi sırasında “heyecanlı” denilerek gözaltına alınmıştı. Canözer polis şiddetinin halkın haber alma hakkını ve gazetecilerin habere erişimini engellemek amacıyla yapıldığını ifade etti: “Oysaki biz gazeteciyiz. Görüntülerimizin nereye gittiği belli. Evet biz halka ulaştırıyoruz. Yani kendi ajanslarımızda kendi gazetelerimizde yayınlayarak halkın görmesini sağlıyoruz. Bu engellemeler ve bu saldırılar hiçbir zaman o makinelerin yere düşmesini sağlamıyor. Aksine o makineler daha da güçlü çekmeye başlıyorlar. Bu bir slogan değil. Bu kararlılık. Bu, burada bu mesleği yapan tüm arkadaşların kararlılığı. Biz habere ulaştığımız anda habere hemen bir yayın yasağı getiriliyor. Yargı eliyle bilgiye ulaşmamız engelleniyor. Bu bilgileri bize veren haber kaynaklarımız aranıp tehdit ediliyor. Kendi ajansımız ya da muhabir aranıp tehdit ediliyor. Bir şekilde her koldan bu haberin yapılması engellenmeye çalışılıyor. Yine sahada haber takibi sırasında polis şiddeti varsa o an polis şiddetinin önünü kapatmak ve çekimi engellemek için ya kalkanlar havaya kaldırılıyor ya polisler ufaktan ufaktan gözdağı verip ‘çekmeyin gözaltına alırız’ diye tehdit ediyor. Her açıdan engellenme oluyor çünkü bir hukuksuzluk var ortada. Gazetecilerin habere ulaşmasını engellemek başlı başına bir hukuksuzluk.”

 

Gazeteci Emre Orman ise toplumsal eylemlerde polis müdahalesine maruz kalmamak için geliştirdiği yöntemleri anlattı: “Polisin saldırması ya da engellemesi şeklindeki uygulamalara alıştık biraz. Alıştıktan kastım kanıksamak değil de bu uygulamaya alıştık. Buna karşı kendi çapımızda önlemler geliştiriyoruz. Mesela, ben bir yerde çekim yaparken bir polisle bizzat göz göze gelmemeye çalışırım. Çeviğinden amirine kadar bir polisle alanda bizzat göz göze geldiğiniz zaman nedendir bilmem, kim olduğunuzun da önemi yok, ne yaptığınızın da önemi yok, göz göze geldiğiniz an sizi engelliyor.”

 

“Gazetecilere faşist bir baskı uygulanıyor”

Gazeteci Bülent Kılıç, geçtiğimiz yıl Onur Haftası eylemlerini takip ettiği sırada dört polis tarafından yere yatırarak gözaltına almıştı. Kılıç yaşananları şöyle özetledi: “Onur Haftası yürüyüşüydü. Yasaklandı. Haber takibi sırasında bizi de engellemek istediler. İşte yapamazsın ben gazeteciyim, bu şekilde davranamazsın dedim. Sonra polis, ‘a efendim sen misin bana bunu söyleyen’ bir tavırla karşılıklı iki üç bakışmadan sonra ‘alın bunu’ dedi. Götürüyor işte makinemi yere atıyor. Pervasızlık yani. Üstüme biniyor suratında maske. O kendince işte hınçla saldırı anında bilinçli olarak boynuma basıyor. Görüntüde de var yani. Bilinçli yapıyor ki ‘gördün mü bana karşı gazeteciyim diye itiraz hakkını ben böyle gösteririm’ diye kişisel bir duruma çeviriyor onu. Elindeki devlet yetkisini, hukuk yetkisini bana karşı infaza, yargısız infaza çeviriyor orada. Sana vermiş devlet yetkiyi sen de orada kendince infaz yapacaksın. Yaşanan böyle bir durumdu yani.”

 

 

Kılıç polisin tutumunun devletin tavrını yansıttığını söyledi: “Devlet bir faaliyet yapar gazeteci de bunu denetler. Denetleme sebebi de insanların devletin bu faaliyetinden haberdar olması güdüsüdür. Yani mesela bir ihale açılır orada ne olduğunu kimsenin haberi olmayabilir işte gazeteci bunu halkın haber alma özgürlüğü için denetler. Meseleye buradan baktığımızda sokakta herhangi bir olay olduğunda oradaki polisin tutumu devletin tavrıdır bir yerde ve gazeteci de bunu denetler. Ki biliyoruz zaman zaman devlet veya polis bunu göstermek istemez. Göstermek istememesinin sebebi de çok açık ve nettir; orada gizlemeye çalıştığı bir suç vardır, gizlemeye çalıştığı hukuk dışı bir durum vardır. Bunu da gizleme çabası da işte gazetecileri engellemesi, dövmesi, yayın yasağı ve işte benzeri durumlar, benzeri faaliyetler.”

 

DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren ise gazetecilere polis müdahalesinin yanı sıra sivil şiddete de dikkat çekti: “Son dönemlerde yaşadığımız bir faşist terör… Yani şeyi hatırlayın Levent Gültekin’in Halk TV önünde dövülmesi. Birçok gazeteci böyle saldırıya uğradı ve saldırganlara hiçbir şey yapılmadı, neredeyse ödüllendirildi. Bu sadece gazetecilere yönelik değil, birçok siyasiye, işte en büyük şey Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıydı. Saldırganın neredeyse elleri öpüldü, yani böyle bir şey vardı. Düşünün Türkiye’nin ana muhalefet partisi bile böyle bir saldırıya uğruyor. Ama son günlerde, dediğim gibi, işte gazetelere, gazetecilere, yayın organlarına doğrudan faşist bir baskı uygulanıyor. İşte zaman zaman tartaklanıyor, dövülüyor. Tabii ki cezasızlık da bu güruhu cesaretlendiriyor ne yazık ki.”

Yukarı