Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

ANALİZ | Siyasi parti binalarına saldırı: Devletin önleme ve etkili soruşturma yükümlülüğü

ANALİZ | Siyasi parti binalarına saldırı: Devletin önleme ve etkili soruşturma yükümlülüğü

HDP'ye yönelik saldırıda saldırganlar sanık sandalyesine oturacak olsa bile, bu saldırının ve cinayetin işlenmesinin ardında kimlerin olduğunu ve ardında yatan saiki de açığa çıkartacak bir soruşturma ve yargılama yürütülmediği ve suçun ağırlığı ile orantılı bir ceza verilmediği sürece, bu ağır saldırı da cezasız kalacaktır

Av. BENAN MOLU

 

17 Haziran günü Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) İzmir il binasına saldırıda bulunuldu ve o sırada orada olan Deniz Poyraz öldürüldü. Üç saldırgan arasından sosyal medyada nefret söyleminde bulunduğu açıklamalar ve silahlı fotoğraflar paylaşan biri yakalandı. Basına yansıyan ve çelişkiler içeren ilk ifadesine göre[1] saldırıdan önce keşif amaçlı çalışmalar ve ruhsat başvurusu yapan saldırgan, silahındaki 10 mermiyi de sıkarak Poyraz’ı öldürdü. Bu anı da sosyal medya hesabında paylaşan zanlı “Başka kişiler de olsaydı onlara da ateş edecektim” dedi.

Fotoğraflar, bina içerisinde çok sayıda yerde mermi izi olduğunu gösteriyor. HDP eş genel başkanı Mithat Sancar’ın açıklamasına göre, o saatlerde il binasında yaklaşık 40 kişilik bir toplantı yapılması planlanıyordu ve saldırganın ifadesini de dikkate alınca, toplantının ertelenmesi ile toplu bir katliamın eşiğinden dönüldü.

Oysa HDP milletvekillerinin açıklamalarına göre parti binası aylardır 7/24 polisler tarafından izlenmekteydi ve daha önce kendilerinin basın açıklaması yapmasına izin verilmezken, parti üyelerine karşı slogan atan kalabalığa müdahale edilmedi, bu konuda yapılan şikayetler dikkate alınmadı.

Parti binalarına düzenli olarak saldırılarda bulunulan, bu saldırılar cezasız bırakılan, hedef gösterilen, üyeleri ve milletvekilleri tutuklanan, ağır hapis cezaları ile cezalandırılan, lehlerine verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararları uygulanmayan, son olarak kapatılması istenilen HDP’ye yönelik bu baskılar, bu saldırıya ve belki de bir katliama zemin hazırladı.

İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Vakfı, başta HDP olmak üzere muhalif siyasi partilere yönelik siyasi iktidar sözcüleri tarafından kullanılan nefret söyleminin sona ermesini ve söz konusu saldırıya ilişkin etkili bir soruşturma ve kovuşturma yürütülmesini talep etti.[2]

Bu noktada, dün yaşanan bu saldırıyla oldukça benzer noktalar taşıyan bir AİHM kararından bahsetmek yerinde olacaktır. Söz konusu başvuru, Yunanistan’da yaşayan Makedonyalı azınlığın haklarını savunmak amacıyla 1994 yılında kurulan ve Gökkuşağı anlamına gelen Ouranio Toxo partisinin Florina’da bulunan parti binasına Yunanca ve Makedonca parti isminin yazılı olduğu simge asmasının ardından parti binasının ateşe verilmesiyle ilgilidir.[3]

Parti binasının açıldığı gün, kalabalık bir grup tarafından şiddetli saldırılar gerçekleştirilmiş ancak polis, bu saldırıları önleyecek tedbirler almamıştır. Aynı günün akşamı, parti üyeleri bina içerisindeyken binaya kalabalık bir grup tarafından ikinci kez saldırıda bulunulmuş, bina önünde toplanan kalabalık parti üyelerine “hainler”, “köpekler”, “hepiniz gebereceksiniz”, “her şeyi yakacağız” gibi tehditlerde ve hakaretlerde bulunmuştur.

Ertesi gün bir grup parti binasının kapısını kırmış, içeride bulunan kişilere saldırmış, birkaç saat sonra bu kez başka bir grup partideki eşyaları pencereden aşağı atmış ve eşyaları ateşe vermiştir.

Parti üyeleri, parti binasının 500 metre uzağında bulunan polis karakolunu defalarca aramış ancak polislerin oraya gelemeyeceği söylenmiştir. Parti üyeleri hakkında davalar açılırken, saldırganlar hakkında önce soruşturma başlatılmamış, daha sonra ise delil yetersizliğinden takipsizlik kararı verilmiştir. Bu kararın ardından söz konusu Parti ve üyeleri, örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’ye başvurmuştur.

AİHM, hoşgörü, açık fikirlilik ve etnik ya da kültürel kimliklere dayalı çoğulculuk olmadan ve buna saygı duyulmadan demokratik bir toplum kurulamayacağını, siyasi partilerin de demokratik toplumlarda demokratik kurumların etkili bir şekilde işleyişinde hayati bir role sahip olduğunu vurgulayarak, söz konusu partinin Yunanistan’da yaşayan Makedonyalı azınlığın haklarını korumak amacıyla hukuka uygun olarak kurulmuş yasal bir parti olduğunu hatırlatmıştır.

Mahkeme, parti tarafından asılan simgenin toplumun çoğunluğunun siyasi ya da milliyetçi görüşlerine ters gelebileceğini ancak siyasi bir partinin kullandığı siyasi ifadelerin toplumda gerilime yol açmasının tek başına örgütlenme özgürlüğüne müdahale edilmesini meşrulaştırmak için yeterli olmadığını belirtmiştir.

Yetkililerin tutumlarının bu gerilimi arttırmada bir payı olup olmadığını da değerlendiren Mahkemeye göre, devletin rolü demokratik sistemin değerlerini savunmak, geliştirmek ve kutuplaştırmaktan ziyade uzlaştırıcı bir tavır izlemek olmalıdır. Oysa yetkililer, saldırıdan birkaç gün önce söz konusu partiyi ve parti üyelerini hedef göstererek düşmanca bir ortam oluşmasına katkıda bulunmuştur.

Mahkeme, son olarak, parti binasının korunmasında polislerin yeterli bir güvence sağlayıp sağlamadığını incelemiştir. Mahkeme, devletin ve polislerin, bu gerginliğin şiddete dönüşme riski olduğunu öngörebilecek durumda olduğunu, özellikle kalabalık bir grubun parti binası önüne gelip parti üyelerine hakaret ve tehditte bulundukları gün buna ve olası bir şiddet eylemine karşı gereken uygun tedbirleri alabileceklerini ancak bunu yapmadıklarını gözlemlemiştir.

AİHM, burada parti üyelerinin saldırı altında oldukları sırada defalarca polisi aramalarını ve 500 metre mesafede olmalarına rağmen polislerin o sırada karakolda polis bulunmadığı gerekçesiyle herhangi bir müdahalede bulunmamasına ve savcının resen soruşturma başlatmamasına özel bir önem atfetmiştir. Zira Hükümet, karakolda neden polis bulunmadığına, öngörülebilir bir şiddet olayına karşı neden müdahale edilmediğine ve başvurucular şikâyette bulunana kadar bir soruşturma başlatılmadığına ilişkin ikna edici gerekçeler ileri sürememiştir.

Oysa Mahkemenin yerleşik içtihadına göre, üçüncü kişiler tarafından örgütlenme özgürlüğüne bir müdahalede bulunulduğunda, yetkili makamların etkili bir soruşturma yürütme konusunda ayrı bir yükümlülüğü bulunmaktadır. Tüm bu nedenlerle AİHM, örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

AİHM’nin yerleşik içtihadına göre, bireyin yaşamına yönelik şiddet riskinin söz konusu olduğu olaylarda operasyonel tedbirler alma yükümlülüğünün doğabilmesi için, ilk olarak, “yetkililerin o sırada belirli bir bireyin yaşamına karşı üçüncü kişinin suç fiillerinden kaynaklanan gerçek ve yakın bir tehlikenin varlığını bildikleri veya bilmeleri gerektiği”; ikincisi, “makul olarak değerlendirildiğinde bu riski bertaraf etmesi beklenebilecek yetkileri dahilindeki tedbirleri almadıkları” gösterilmelidir.[4]

AİHM, daha önce pek çok kararında, yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verirken, güvenlik güçlerinin ve devletin bu cinayetin gerçekleşebileceği konusunda önceden bilgi sahibi olmalarını, faillerle ilgili ihbarda bulunulmasını, faillerin polisler tarafından takip edilmesini ve ellerinde birçok bilgi olmasına rağmen pasif kalmayı tercih etmelerini dikkate almaktadır.[5]

HDP milletvekilleri tarafından yapılan açıklamalar, yetkililerin böyle bir saldırı riskinden haberdar olduklarını ortaya koymaktadır. Eldeki bilgiler yetkililerin, bilinen bu riski önlemek ya da zararı azaltmak adına ellerindeki kaynakları belirlemek, saldırıya maruz kalabilecek kişiler için savunma mekanizmaları oluşturmak, operasyonu tüm ayrıntıları ve ihtimalleri göz önünde bulundurarak planlamak ve ani gelişmelere karşı bütün ekipler arasında etkin bir iletişim kurarak operasyonu yönetmek gibi bireylerin yaşam haklarının korunması konusunda sahip oldukları pozitif yükümlülükleri yerine getirmediğini düşündürmektedir.[6]

Devlet, aynı zamanda yaşam hakkına yönelik bu ihlali etkili şekilde soruşturmakla ve maddi gerçeği ortaya çıkartmakla da yükümlüdür. Resen, hızlı, tarafsız ve bağımsız bir soruşturma başlatılması, otopsi yapılması, olay yerinin incelenmesi, delillerin toplanması, tanık ve şüpheli ifadelerinin alınması, soruşturmanın kamu denetimine açık yürütülmesi gibi yükümlülüklerin yanı sıra, bu soruşturmanın failleri tespit edip cezalandırmaya da elverişli bir soruşturma olması ve soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlandırılmaması gerekmektedir.

Ancak söz konusu olay bağlamında sadece yakalanan saldırgan – ve diğer iki saldırgan – hakkında soruşturma başlatılması ve ceza verilmesi, etkili soruşturma yükümlülüğü açısından yeterli olmayacaktır.

Zira AİHM, taraf devletlere, yalnızca "görünürde" fail olan kişileri tespit edip cezalandırma yükümlülüğü yüklememekte, ayrıca saldırının arkasındaki "gerçek" faillerin ve azmettiricilerin de ortaya çıkartılmasını istemektedir.

Bu bağlamda Mahkeme, araştırmacı gazeteci olan ve yaptığı haberler nedeniyle öldürüldüğü iddia edilen bir gazetecinin ölümüne ilişkin başlatılan soruşturmaya dair bir başvuruyu değerlendirirken bu yükümlülüğü bir adım daha ileri taşımış ve en kilit noktanın, ölüm ile gazetecinin gazetecilik faaliyetleri ve haberleri sebebiyle aldığı ölüm tehditleri arasında bir olası bir bağlantı, bir illiyet olup olmadığının araştırılması olduğunu vurgulamıştır.[7] Soruşturma sırasında beş şüpheli tespit edilmiş ancak cinayeti kimin planladığı ve azmettirdiği hiç araştırılmamıştır. Gerçek failin kim olduğunun araştırılmadığı soruşturmada Mahkeme, yetkililerin yıllarca neden sadece bir ve tek ihtimal üstünde durduğunu açıklayamadığını, silahlı çatışmaları haberleştiren gazetecinin öldürülmesinin ardında yatan nedenin gazetecilik faaliyetleri olduğu iddiasının araştırılması talebinin, bu iddia sonunda temelsiz çıkacak bile olsa, yıllarca görmezden gelinmesini yaşam hakkı ihlali iddiasını etkili şekilde soruşturma yükümlülüğü bağlamında usul yükümlülüklerin ihlali olarak değerlendirmiştir. Mahkeme, gazetecinin ölümünden sorumlu beş kişinin tespit edilip yargılanmasını ve bu kişilerin cezalandırılmasını, soruşturmanın etkili bir soruşturma olarak kabul edilebilmesi için yeterli görmemiş ve ihlal kararı vermiştir.

Mahkeme ayrıca şiddet öğeleri içeren olaylarla ilgili başlatılan soruşturmalarda, somut olayın kendine özgü koşulları bağlamında kin ve husumet duygularını körükleyen, etnik kökene, dine ya da cinsel yönelime dayalı bir nefret ya da önyargı içeren bir saikle hareket edilip edilmediğini saptama yükümlülüğü yüklemektedir.

Bu sebeple, HDP'ye yönelik saldırıda saldırganlar sanık sandalyesine oturacak bile olsa, bu saldırının ve cinayetin işlenmesinin ardında kimlerin olduğunu ve ardında yatan saiki de açığa çıkartacak bir soruşturma ve yargılama yürütülmediği ve suçun ağırlığı ile orantılı bir ceza verilmediği sürece, bu ağır saldırı da cezasız kalacaktır.

 

 

 


[1] Alican Uludağ, “HDP saldırganının ilk ifadesi: "Başka kişiler de olsaydı, onlara da ateş açacaktım", https://www.dw.com/tr/hdp-sald%C4%B1rgan%C4%B1n%C4%B1n-ilk-ifadesi-ba%C5%9Fka-ki%C5%9Filer-de-olsayd%C4%B1-onlara-da-ate%C5%9F-a%C3%A7acakt%C4%B1m/a-57941283

[2] “HDP İzmir İl Binası’na Yapılan Saldırıyı Kınıyoruz!”, https://www.ihd.org.tr/hdp-izmir-il-binasina-yapilan-saldiriyi-kiniyoruz/

[3] Ouranio Toxo ve diğerleri v. Yunanistan, Başvuru no. 74989/01, Karar tarihi: 20.10.2005.

[4] Osman v. Birleşik Krallık, Başvuru no. 23452/94, Karar tarihi: 28.10.1998, para. 116)

[5] Fırat Dink v. Türkiye, Başvuru no. 2668/07, Karar tarihi: 14.09.2010, para. 67-68; Tagayeva ve diğerleri v. Rusya, Başvuru no. 26562/07, Karar tarihi: 13.04.2017, para. 486, 491-492.

[6] benzer yönde bkz. Tagayeva ve diğerleri v. Rusya, para. 562-574.

[7] Mazepa ve diğerleri v. Rusya, Başvuru no. 15086/07, Karar tarihi: 17.07.2018, para. 73-79.

Yukarı