Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
Gazeteciler Sinan Aygül, Ozan Kaplanoğlu ve CHP’nin gazeteci kökenli Milletvekili Utku Çakırözer ile yerel medyanın sorunlarını konuştuk
Expression Interrupted platformu, mali zorluklardan yargı baskısına ve gazetecilere yönelik fiziksel şiddete, yerel medyanın sorunlarının tartışıldığı çevrimiçi bir söyleşi düzenledi.
Gazeteci Meltem Akyol’un moderatörlüğünde 30 Kasım günü gerçekleşen söyleşide gazeteciler Sinan Aygül ve Ozan Kaplanoğlu ile CHP’nin gazeteci kökenli Milletvekili Utku Çakırözer konuşmacı olarak yer aldı.
“Ulusal medyanın sorunları yerelde mikro ölçekte yaşanıyor”
Bursa Muhalif gazetesinin kurucularından ve Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Bursa Şubesi eski başkan yardımcısı gazeteci Ozan Kaplanoğlu, ulusal medyanın yaşadığı sorunların hemen hepsinin yerel medyada da mikro ölçekte yaşandığını anlattı. Kaplanoğlu, mali sorunların özellikle alternatif medya faaliyeti yürüten basın kuruluşları açısından ciddi bir problem olduğuna dikkat çekti: “Bursa’da Basın İlan Kurumuna kayıtlı olan 55 haber sitesi var. Özellikle internet medyası gelirlerinin ciddi bir bölümünü belediye ilanlarıyla sağlıyor. Bu nedenle mali olarak bakınca ciddi bir belediye baskısı görüyoruz. Bursa’da halen bağımsız olan ve belediyeleri, hükümeti eleştirebilen birkaç internet gazetesi kaldı. Bunlar da yazdıklarından kaynaklı Büyükşehir Belediyesinden ilan alamıyorlar. Son dönemlerde sosyal medya reklamlarının herkes tarafından kullanılabiliyor olması da bir tarafıyla medya kuruluşlarının reklam pastasını çok ciddi oranda daralttı. İnsanlar internet sitelerine banner vermek, gazetelere ilan vermek istemiyorlar çünkü sosyal medya aracılığıyla kendi reklamlarını kendileri yapabiliyorlar. Ulusal gazetelere reklam vermek bir prestijdir ama yerelde bu şekilde işlemiyor. Gazeteciler bu sorunu nasıl aşıyor? Ayakta kalmak isteyen yerel gazeteler ve gazeteciler bir fon bulmak ya da bir sermayeye sırtını dayamak zorunda kalıyor. Gazeteciler Bursa’da buna mecbur kalıyorlar. Çünkü herhangi bir gazetecinin salt reklamla ayakta durması mümkün değil.”
“Doğudaki meslektaşlarımız kadar baskı altında değiliz” diyen Kaplanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mesela burada belediye haberleri yaptığımız için biz hiç tehdit edilmedik. En fazla belediye bizim billboard kiralamamızı engelledi, gazetecilere verdikleri ücretsiz ulaşım kartlarını iptal etti. Belediye vermiyorsa burada bir şey vardır mantığıyla başka reklam verenler de ilan veremiyor.”
Kaplanoğlu, mali zorlukların yanı sıra nitelik sorununa da değindi: “İnternet gazeteciliğinde hızlı ve çok sayıda haber girmeniz gerekiyor. Çünkü reklamların dışında en büyük gelir kaynağınız Google. Google aramalarında öne çıkmanız için çok fazla tık ihtiyacınız var. Örnek vermek gerekirse Bursa'da bir internet sitesi günde bin tane haber giriyor. Ancak sitenin başında bir haber müdürü bile yok. Editoryal yönetimden bağımsız bir haber girişi söz konusu. Ajansın girdiği haberi, başlığını, ara başlığını, spotunu bile değiştirmeden girmek zorunda kalıyor gazeteci. Dolayısıyla doğrudan bir niteliksizleşme ve aynılaşma söz konusu.”
Gazetecilerin yerelde karşı karşıya kaldıkları baskıların ulusal medya düzeyinde yaşanan baskılar kadar gündem olmadığını belirten Kaplanoğlu, toplumsal muhalefetin yerel gazetecilere de sahip çıkması gerektiğini söyledi: “Yereldeki bir gazeteci yargılandığında gazetecilere destek veren bazı kuruluşların dışında çok fazla gündem olmuyor. Mesela Barış Pehlivan cezaevine giriyor bütün Türkiye’nin gündemine oturuyor ama işte Sinan Aygül’e saldırı oluyor sadece konuyla ilgilenen insanların haberi oluyor, lokal kalıyor, bütün Türkiye’nin gündemine oturmuyor. Hem ulusal hem de yerel ölçekte gazetecilerin arkasında durması gereken yalnızca meslek örgütleri değil. Aynı zamanda toplumsal muhalefet unsurları, sendikalar, odalar da o kentin muhalif gazetecilerinin yanında durmalı. Çünkü bu sorun tek başına bir gazetecilik sorunu değil aynı zamanda o kentin sorunu.”
“Yerel medya ulusal medyanın kılcal damarlarıdır ve onu ayakta tutan şeylerden biridir” diyen Kaplanoğlu, “Bunların bir rekabet içerisinde değil dayanışma içerisinde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Dayanışmanın da aslında büyük oranda bizim sorunlarımızı çözeceğini düşünüyorum” diye konuştu.
“Yerelde baskı kurmak daha kolay”
Bitlis Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Bitlis News Genel Yayın Yönetmeni Sinan Aygül ise, habercinin haberin bütün aktörleriyle yüz yüze olması nedeniyle yerelde gazetecilik yapmanın çok zor olduğunun altını çizdi: “Habere muhatap aktörler açısından yerelde bürokrasi ile siyaseti zorlayabilmek biraz daha kolaydır. Örneğin bir siyasetçinin polise ya da yargıya baskı yapması biraz daha kolaydır. Buraya bölge itibarıyla [mesleğe] yeni başlayan hâkim ve savcılar geldikleri için birçok hâkim-savcı hangi basın davasını nasıl değerlendireceğini bilmiyor. Fakat batıda da doğuda da temel problem halkın haber alma ve aydınlanma hakkına bir yönelimin söz konusu olmasıdır.”
Hem ulusal hem yerel ölçekte basın için önemli finans kaynaklarından olan Basın İlan Kurumu (BİK) ilanlarına da değinen Aygül, sözlerine şöyle devam etti: “Yerel medyaya merkezi bütçeden düşen payın dağıtılması da bir baskı organizasyonudur ne yazık ki. İlan alan, resmi ilanlara bağlı olan gazeteciler gerçek anlamda gazetecilik yapamıyorlar. Bülten redaktörlüğünden öteye geçemiyor yaptıkları haberler. Gazetelerin resmi ilanları kesildiği zaman ekonomik olarak döngüleri zorlaşıyor. İster istemez ayak uydurdukları anda da otosansür başlıyor. Bu bir kez başladığı zaman yayılıyor ve haber yapma, herhangi bir otoritenin hilafına cümle sarf etme artık bir suç olarak görülüyor. Ne yazık ki resmi ilanlarla döngüsünü sağlayan yerel medyada yaşadığımız temel problem bu. Eğer resmi ilan alamıyorsanız 212’den istihdam edilmiyor, sarı basın kartı alamıyorsunuz. Küçük yerlerde bu sigortayı sağlayabilmek ancak resmi ilan alan kurumların yapabileceği bir şey. Birçok arkadaşımız bu yönüyle iş yapamıyor. Resmi ilan alan gazetelerin mensuplarının da şöyle bir problemleri var: bir iki kişi gazetecilik yapar belki o sigortalı kadroda, geri kalan eşidir, çocuğudur, akrabasıdır ya da göstermelik gelirlerdir. O kadroda çalışanlar, sarı basın kartı olanların büyük bir bölümü gazetecilik de yapmıyor taşrada.”
Yerel bir gazeteci olarak yaşadığı yargı baskısına dair ise Aygül şunları söyledi: “AKP Bitlis Milletvekilinin otelinde Kızılay’a ait etlerin satıldığını görüntülemiştim. Bununla ilgili milletvekili, Tatvan’daki ve Bitlis’teki mahkemelerden erişim engelleme talebinde bulunmuştu ama hâkimler ve mahkeme bunu reddetmişti. Ama olayın üzerinden üç yıl geçtikten sonra hakkımda dava açıldı ve hapis cezası verildi. Daha önce erişim engelleme talebinin reddedilmesine rağmen olaydan dört yıl sonra o haberlerle ilgili İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliği erişim engelleme kararı getirdi. Daha önce internet sitelerimiz tamamen kapatıldı, erişme engellenen birçok içerik oldu, tekzip talepleri kabul edildi, hiç olmaması gerektiği halde tekzip yayınlamak zorunda kaldık. Bu da ciddi bir baskı aslında.”
Aygül, daha önceki dönemlerde yargı baskısı ve engelleme girişimleri olsa da yerel medyanın gündeme getirdiği konularda sonuç alınabildiğini ancak bugün artık bu refleksin de ortadan kalktığını söyledi: “Gazetecileri genel olarak da yargı eliyle susturmaya çalışıyorlar ama şimdi bunların hiçbirisi olmasa bile yaptığınız haber sonuç vermiyor ne yazık ki. Yani otoriteleri harekete geçiremiyor. Bir ihalede usulsüzlük var diyorsunuz, bütün detaylarıyla bunu ispat ediyorsunuz ama hiçbir şey olmuyor. On beş yıl önce böyle değildi. On beş yıl önce yaptığımız haberlerde iyi kötü sonuç alabiliyorduk, otoriteler harekete geçebiliyordu. Son yıllarda ne yazık ki o refleks de bitti. Bence üzerinde tartışmamız gereken bir nokta da bu. Üzerimizde hiçbir baskı olmasa da yine sonuç alamıyoruz.”
“Devlet ve basın ilişkisini birbirinden ayırmak gerekiyor”
Aygül sözlerine şöyle devam etti: “Bitlis’te gazetecilik yapmak ve Kürt olmak, Kürt gazeteci olmak zaten başlı başına bir dezavantaj. Bunu kabul edelim ama bu ülkenin her yerinde gazetecilik problem. Merkez medyada da eğer arkanızda bir lobi yoksa emin olun orada da yalnızsınız. Gerçek gazeteci iseniz bir anda işsiz kalabiliyorsunuz, yalnız kalabiliyorsunuz. Mesela bana bir saldırı olduğu zaman açıkçası çok büyük bir dayanışma görüyorum. Ama birçok arkadaşımızın sesi duyulmuyor. Bölgede gazetecilik yapan bazı arkadaşlarımız baskı görüyor, o baskıdan dolayı geri adım atmak zorunda kalıyor ama hakkının ihlal edildiğini düşünmüyor. ‘Bu zaten böyle’ diyor. Benim yazdıklarımı herkes biliyor ama peki korkup yazmadıklarımı kimse biliyor mu? Belki ben bazı noktalarda otosansür uyguluyorum kendime ama bunu kimse bilmiyor.
“Toplumun da kendine çeki düzen vermesi gerekiyor çünkü bu sorun toplumun sorunu. Biz bireysel değil toplumu ilgilendiren bir iş yapıyoruz. Toplumun haber alma ve haber verme hakkını yerine getirmeye çalışıyoruz. Bir gazeteci tutuklandığında, bir gazetecinin haberi engellendiğinde, bir gazetecinin sitesi kapatıldığında, bir ekran karartıldığında toplumun buna sahip çıkması gerekiyor. Sahip çıkmadığı anda bu sessizlik hepimizi bitiriyor. Ama her şeyden önce gazetecinin mali özgürlüğünün olması gerekiyor, gazetecilik tanımının değiştirilmesi gerekiyor. Özellikle Basın İlan Kurumuna endekslenmiş, sadece onun tekelinde olan basın kartı dağıtılması bir problemdir. Bunun değiştirilmesi gerekiyor. Basın İlan Kurumunun resmi ilan dağıtma politikasının değiştirilmesi hatta bunun komple ortadan kalkması gerekiyor. Devlet ve basının ilişkisini birbirinden ayırmak gerekiyor. Devlet basını finanse ettiği zaman basın devletin güdümünde olmak zorundadır. Bunun ortadan kaldırılması gerekiyor; merkez medya için de yereldeki küçük medyalar için de.”
“Ülkedeki iklim neyse yerelde misliyle yaşıyorlar”
CHP Milletvekili Utku Çakırözer ise Türkiye’de basına yönelik kısıtlamaların ve baskının büyüğünü yerel ölçekte çalışan gazeteciler ve basın kuruluşlarının yaşadığını söyledi. Fiziki saldırılar ve engellemelerin ötesinde ekonomik zorlukların da yerel medyayı bitirmek üzere olduğuna dikkat çeken Çakırözer sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’de bir süre önce 2 bin olan yerel gazete sayısı artık 900’ün altında. Gazetecilere yönelik ülkedeki iklim neyse yerelde onu misliyle yaşıyorlar. Gazeteci İstanbul’da Ankara’da dövülüyor, engelleniyor, darp ediliyor, elinden kamerası alınıyorsa, kendi hak arayışı için toplanmak istediğinde yasak deniliyorsa yerel bazda bu misliyle yaşanıyor. Bazen de özellikle de siyasetçilerin gazetecilere ve basına yönelik sert demeçleri tabana inildiğinde sokakta gazeteciye yansıyor. Anadolu’da iyice korunaksız gazeteciler. Çünkü gazetenin patronunun ekonomik ilişkileri ve gazeteciye sahip çıkmaması gibi sıkıntılar olabiliyor. Buna rağmen yerel basın görevini yapmaya çalışıyor.
“Erişim engelleri meselesi gazeteciliğin ve haber alma hakkımızın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. İnsanlar bunu hep İstanbul'da yapılıyor sanıyor ama Anadolu’da da birçok haber engelleniyor, bilinmesinin önüne geçiliyor ve ortak hafızamızdan, Türkiye’nin hafızasından siliniyor.”
Çakırözer, yerel ve ulusal ölçekte yaşanan baskılara karşı yapılması gerekenleri ise şu şekilde özetledi: “Bir, gazeteci İstanbul’da da Bingöl’de de yalnız kalmamalı. Bunun için meslek örgütleri güçlenmek zorunda. Meslek örgütlerinin arasındaki rekabet nedeniyle gazeteci yalnız kalmamalı. Cemiyet sendikayla konuşmuyor, sendikalar birbiriyle konuşmuyor. Herkes kendi çıkarının peşinde. Bunun artık son bulması lazım.
“İki, eskiden Anayasa ve yasalar gazeteciyi koruyor diyorduk, artık öyle değil. Bir an önce mecliste demokratik bir iktidarın oluşup sansür yasası, erişim engeli gibi yasa maddelerinin mutlak surette ortadan kaldırılması lazım.
“Üç, bir gazeteci bir yerde engelleniyorsa yalnız kalmamalı. Adliye koridorunda, polis gözaltısında ya da bir polis kamerasını elinden alırken yalnız kalmamalı. Sadece milletvekili, sadece siyaset değil, sivil toplum ve tüm toplum yanında olmalı. Gazeteci kimin için çalışıyor? Bizim haber alma hakkımız için, emekçinin, esnafın, emeklinin, işsizin, gencin, kadının, hepimizin çıkarları için çalışıyor. O yüzden bu bilinci artırmamız lazım ki gazeteci kendini yalnız hissetmesin. Benim gördüğüm en büyük sıkıntı şu anda Türkiye’de gazeteci yalnız, korunaksız, kırılgan hissediyor kendini. Bunun sonucunda da ya büyük bir cesaretle haberini yazmaya devam ettiği için fiziki saldırı, işten çıkarılma ya da yargı baskısıyla bedel ödüyor ya da kolayına kaçıyor, otosansüre gidiyor.”