Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
Gazeteciler Eylem Nazlıer ve İzel Sezer ile TGS avukatı Ülkü Şahin’in katılımıyla, toplumsal taleplerin dile getirildiği gösterilerde gazetecilere yönelen polis şiddeti ve müdahale altında gazeteciliğin zorlukları konuşuldu
Expression Interrupted platformu tarafından düzenlenen çevrimiçi söyleşide, Anayasa ile koruma altına alınan basın ve protesto özgürlüklerine karşı tehdit oluşturan polis müdahalesi ve gazetecilerin güvenliği tartışıldı. Gazeteci Meltem Akyol’un moderatörlüğünde 26 Eylül günü gerçekleşen söyleşide Evrensel gazetesi muhabiri Eylem Nazlıer, İleri Haber Genel Yayın Yönetmeni İzel Sezer ve Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) avukatı Ülkü Şahin konuşmacı olarak yer aldı.
27 Nisan 2021’de Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş’ın imzasıyla çıkan ve gösterilerde sesli ve görüntülü kayıt alınmasını yasaklayan Emniyet genelgesinin Danıştay tarafından yürütmesinin durdurulmasına rağmen neredeyse her gösteride gazeteciler polisin hedefi olmaya devam ediyor. Toplumsal taleplerin dile getirilmesi amacıyla yapılmaya çalışılan gösteri ve yürüyüşler artık bu taleplerden çok göstericilere ve gösteriyi takip etmeye çalışan gazetecilere yönelen şiddetle gündeme geliyor.
İleri Haber Genel Yayın Yönetmeni İzel Sezer, “özel hayatın gizliliğinin ihlali” gerekçesiyle gösterilerde sesli ve görüntülü kayıt alınmasını yasaklayan genelgenin, bir sansür kılıfı olarak kullanıldığına dikkat çekti: “Emniyet genelgesi, suç işleyen polislerin kayıt altına alınmasını önüne geçebilmek için yayınlanmıştı. İşkenceden kötü muameleye pek çok müdahaleyi gizlemeye çalıştılar.”
“Cezasızlık şiddetin boyutunu arttırıyor”
Alandaki polis müdahalesinin özellikle iktidarın hoşlanmadığı türden yayın yapan gazeteler ve bu kuruluşlarda çalışan gazetecilere yöneldiğini ifade eden Sezer, “İktidarın hoşlanmadığı türden yayın yapan gazeteler ve bu kuruluşlarda çalışan gazeteciler sahada olsun yargı sürecinde olsun ya da Evrensel örneğinde gördüğümüz resmi ilan kesme yoluyla olsun hedef alınıyorlar. Alanda karşı karşıya kaldığımız kolluk kuvvetlerinin ilk sorduğu şey, eğer seni tanımıyorsa, ‘nerede çalışıyorsun’ ve ‘sen kimsin’ oluyor” dedi.
Gezi Parkı eylemlerinin yıl dönümü olan 31 Mayıs’ta, haber takibi yapan dokuz gazeteci darp edilmiş, altı gazeteci de ters kelepçeyle gözaltına alınmıştı. Meslek örgütleri, gazetecilerin maruz kaldığı hukuksuz müdahaleye karşı suç duyurusunda bulunmuş ancak İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, görevlilerin tespit edilemediği gerekçesiyle polisler hakkında soruşturma açılmasına izin vermemişti.
Vali Yerlikaya’nın bu kararının gazetecilere dönük saldırıları cesaretlendirecek nitelikte olduğunu ifade eden Sezer şöyle devam etti: “31 Mayıs günü Taksim’deki Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) önünde gerçekleşen Gezi anmasında 6 gazeteci gözaltına alındı. Elimizde o güne ait şiddet videoları ve fotoğrafları olmasına rağmen İstanbul Valisi kolluk kuvvetleri hakkında dava açılmasına gerek yoktur dedi. Şiddet bu kadar ortadayken Ali Yerlikaya’nın kolluk kuvvetlerine dava açılmasını engellemesi çok açık şekilde ‘ben cezasızlık istiyorum’ demek. Şiddetin boyutu verilmeyen her ceza sonucu daha da artıyor.”
“Halk gazetecilere sahip çıkmalı”
Haber takibi sırasında polis müdahalesine maruz kalan gazetecilerin, güvenlik sorununa karşı kendi geliştirdikleri yöntemleri anlatan Sezer, halkın da gazetecilere ve dolayısıyla haber alma hakkına sahip çıkması gerektiğini kaydetti: “Alanda sürekli birbirimizi kollamak zorunda kalıyoruz. Gittiğimiz haberlerin adreslerini konumumuzu gönderiyoruz. Bu şekilde kurtulmaya çalışıyoruz bu şiddetten. Biz habere gittiğimizde haber oluyoruz, şiddete uğruyoruz bunu dile getirdiğimizde özellikle sosyal medyada ‘rol çalmak’ ile itham ediliyoruz. Polis şiddetini kayıt altına almaya çalışırken sen de darp ediliyorsun. Bunu duyurunca da rol çalmış oluyorsun, kendini öne çıkardı oluyorsun. Benim orada olma sebebim sana da uygulanan şiddeti kayıt altına almak. Bizim işimiz bu ve işimizi yaptığımız için darp ediliyoruz. Halkın basına sahip çıkması lazım. Çünkü maruz kaldığımız müdahale yalnızca şiddet değil aynı zamanda tehdit de. Bir gazeteci tehdit ediliyor ve bu bir güvenlik sorunu. Bunu duyurmaktan çekiniyoruz haberin önüne geçmesin diye. Bu işi sürekli bu endişeyle de yapmak zorunda kalıyoruz. Gazeteci olmak bizim tercihimizdi, evet. Ama bu işi halkın yararı için yaptığımızı da unutmamak lazım.”
“Bazı eylemlerde kendimi savaş alanında hissediyorum”
Alandaki deneyimlerinden yola çıkarak gazetecilere yönelik şiddetin her geçen gün dozajını arttırdığını kaydeden Evrensel gazetesi muhabiri Eylem Nazlıer şunları anlattı:
“Altı yıldır gazetecilik yapıyorum. Bu altı yılda şiddet giderek dozajını arttırdı. Eskiden her eylemde müdahale olmuyordu. Müdahale olabilecek eylemleri kestirebiliyorduk. Ama şimdi hangi eylemde müdahale yapılabileceğini kestiremiyoruz. Çünkü küçük bir basın açıklamasında bile müdahale edilebiliyor. Sağlıkçıların şiddete karşı eyleminde de müdahale edebiliyor mesela. Görüntü çekmemiz engelleniyor. Kitle en başta çembere alınıyor. Biz çemberin dışına çıkartılıyoruz. Daha sonrasında kalkanlarla önümüze bariyerler kuruluyor. Görüntü çekerken kalkanları kaldırarak engellemeye çalışıyorlar.”
“Bazı eylemlerde kendimi savaş alanında hissediyorum. Savaş alanında biliyorsun nerede olduğunu. Ama burada bilmiyorsun nereden bir risk gelebileceğini. Polis alandan çıkarırken çelme takabiliyor, tekme atabiliyor. Çelme takarken düşme tehliken de var. Başını yarabilirsin. Alandan çıkarırken trafiğe atabiliyorlar seni. Bu gibi risklerle karşı karşıya kalabiliyoruz. Geçtiğimiz aylarda Tokatköy’de bir yıkım oldu kentsel dönüşüm adı altında. Basını o alana almadılar. Hiçbir şekilde görüntü çekmemize izin vermediler. Bir şekilde bir yolunu bulduk oraya girmenin. Apartman dairelerinin yüksek kısımlarından inerken düşüp bacağımı yarmıştım. Çok zor ve sert koşullar altında gazetecilik yapıyoruz.”
“Şiddet uygulayan güvenlik güçleri mükafatlandırılıyor”
“1 Eylül Dünya Barış Gününde, Emniyet Genel Müdür Yardımcısını bir kadına sinkaflı küfrederken çektim. Çektiğimi gördü. Sildirmek istedi. O arada diğer basın mensubu arkadaşlarımız geldi. Onlar gelmese ya görüntüyü silecekti ya da beni gözaltına alacaktı. Görüntüyü sosyal medya hesabımdan yayınladım. Hakkında herhangi bir işlem başlatılıp başlatmadığını görmek için iki ay sonra araştırdığımda görüntülere rağmen terfi edip birinci sınıf emniyet müdürü olmuştu. Daha önce Boğaziçi eylemlerinde ‘aşağı bak’ diyen kişiydi. İşkence ile gözaltına alan bir amirdi buna rağmen mükafatlandırıldı. Güvenlik güçleri mükafatlandırılacaklarını bildikleri için şiddeti, kameraların önünde göz göre göre gerçekleştiriyorlar.”
“Emniyet genelgesinin durdurulması polisleri engellemedi. Çünkü hiçbir şekilde başlarına bir şey gelmeyeceklerinin farkındalar. 31 Mayıs’ta TMMOB önünde yapılan Gezi anmasında polislere, gazeteci olduğumu ve alandan çıkmak istediğimi söyledim. Çalıştığımız kuruma ismimize kadar biliyorlar ama buna rağmen alandan çıkışıma izin vermediler. Hepimiz biliyor, tanıyorlar. Gazeteci miydi gazeteci değil miydi konusunu tartışmayalım onu bir kenara bırakalım. Yani hepimizi biliyorlar. TMMOB’ta gazeteciler polis koridoruna alınmıştı. O koridordan çıkışımız sırasında polisler alttan çekemeyeceğimizi bildikleri için çelme taktılar. Düştüm. Allahtan bir arkadaşımız vardı beni tuttu.”
“Alandaki müdahale çalıştığın kuruma göre değişiyor”
“Doğru mu, yanlış mı tartışılır ama ben suç duyurusunda bulunmadım. Çünkü alanda polislerle çok yüz yüzeyim. Korku da denilebilir belki. Çünkü çalıştırmayacaklarını, kişisel olarak hırslanabileceğini düşündüğüm için suç duyurusu konusunda çekimser kaldım. Alanda çalıştığım pek çok gazeteci arkadaşım da hem suç duyurusundan bir şey çıkmayacağı, hem de polislerle karşı karşıya kalmamak için suç duyurusunda bulunmuyor. Sonuç belgelenmiş oluyor ama herhangi bir soruşturma bile geçirmiyorlar. Muhalif basında çalışan birçok arkadaşımız bu saldırılarla karşı karşıya kalıyorlar.”
“Alandaki müdahale çalıştığın kuruma göre değişiyor. AA muhabirine daha farklı davranış sergiliyorlar çünkü istemedikleri görüntüyü yayınlamayacaklarını buna karşılık bizim de bir hak ihlali varsa bunu yayınlayacağımızı çok iyi biliyorlar. Bundan dolayı, merkez medyada çalışan meslektaşlarıma göre polisin bize karşı tutumları daha sert oluyor.
“Emniyet Genelgesi, var olan fiili duruma hukuki kılıf uydurma çabasıydı”
TGS’nin avukatı Ülkü Şahin ise Danıştay tarafından durdurulan Emniyet Genelgesi’nin, var olan fiili duruma hukuki bir kılıf uydurma çabası olduğunu kaydetti: “TGS’de yaklaşık 4 senedir gazetecilere hukuki destekte bulunuyorum. Başladığımdan bu yana polis şiddeti konusunda emniyet genelgesi öncesi veya sonrası gazetecilerin başvurularında herhangi bir değişiklik olmadı. Çünkü emniyet genelgesi esasında var olan fiili duruma bir hukuki kılıf uydurma çabasıydı. Polislerin gazetecileri engellenmesine gerekçe olarak kullanıldı. Sadece gazeteciler için değil aslında tüm yurttaşlar için çıkarılmıştı bu genelge ama İçişleri Bakanı tersini söylese de gazeteciler için kullanıldı.
“Özel hayatın gizliliği’ bahanesine dayanıyordu genelge. Sanki polisin kamusal alanda özel hayatının gizliliği olabilirmiş gibi. Kamusal alanda güç kullanma yetkisi olan bir kamu görevlisini elbette ki gazeteciler ve yurttaşlar kayıt altına alabilir. Genelgenin altında yatan niyet tamamen iktidarın, polis şiddetinin basına yansımaması, halkın bu şiddet olaylarından haberdar olmamasıydı.”
Takipsizlik kararlarıyla polisin cesaretlendirilmesi adım adım örülüyor”
Şahin, genelge durdurulmuş olsa da polisin gazetecilere müdahalesinde herhangi bir değişiklik olmadığına dikkat çekti. Cezasızlık politikalarına rağmen polisin hukuksuz müdahalesine karşı gazetecilerin suç duyurusunda bulunması gerektiğini vurguladı: “Takipsizlik kararlarıyla ve cezasızlıkla polisin cesaretlendirilmesi adım adım örülüyor diyebilirim. Fakat her ne kadar cezasızlıkla sonuçlanacağını bilsek de suç duyurusunda bulunuyoruz. Çünkü bu bir yol ve bu yolu sonuna kadar kullanmak, bunu kayda geçirmek zorundayız. Israrlı bir şekilde sürecin takipçisi olmuş, suç duyurusunda bulunmuş gazetecilerin yüksek yargı kararları emsal niteliğinde oluyor. Bütün suç duyurularında bu kararlara atıf yapıyoruz. Umutsuzluğa kapılmadan süreci sonuna kadar takip etmek gazetecilik mesleğinin geleceği için de son derece önemli. Hukuki yollar önümüzdeyken bunları kullanmamız lazım. Aksi taktirde evet biz raporlaştırıyoruz, evet ulusal ve uluslararası basın örgütleri kayıt altına alıyor ama bu tehditleri dillendirmeden basın üzerindeki şiddetin ve baskının dozu halk tarafından ve hiçbir iktidar tarafından anlaşılmayacak.”
Halkın, haber alma hakkı için gazetecilere sahip çıkması gerektiğini ifade eden Şahin, “Gazeteci sadece bir fiziksel müdahaleye maruz kalmıyor. Halk habersiz kalıyor ve en nihayetinde halkın da gazeteciye sahip çıkması, gazetecinin de halk yararı için çalışması gerekiyor. Son dönemde gerek seçim sathı mahalline girilmiş olması, gerekse ekonomik krizin derinleşmesi sebebiyle şiddetin dozu yükseldi. Türkiye basın tarihi gösteriyor ki ilk gazetenin çıkarıldığı tarihten bu yana ne zaman iktidar bir krize girse şiddetin dozu artıyor. Bu bir devlet geleneği. Hangi iktidar olursa bu gelenek sürecek. Bu noktada halkın gazeteciye sahip çıkması ve gazetecinin halk için çalışması gerçekten son derece önemli” dedi.