Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
Akademisyen Yaman Akdeniz, TGS İstanbul Şube Başkanı Banu Tuna ve CPJ Türkiye Temsilcisi Özgür Öğret ile dezenformasyon yasası, bant daraltma ve diğer kısıtlayıcı uygulamalar üzerine konuştuk
Expression Interrupted platformu, erişim engelleri ve bu engellerin basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki sonuçlarının tartışıldığı çevrimiçi bir söyleşi düzenledi. Gazeteci Meltem Akyol’un moderatörlüğünde 20 Aralık günü gerçekleşen söyleşide Bilişim Hukuku Uzmanı Prof. Dr. Yaman Akdeniz, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) İstanbul Şube Başkanı Banu Tuna ve Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) Türkiye Temsilcisi Özgür Öğret konuşmacı olarak yer aldı.
“Sansür yasası” olarak bilinen Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da yapılan düzenleme 18 Ekim’de yürürlüğe girdi. 13 Kasım günü Taksim’de gerçekleşen bombalı saldırının ardından yeni düzenleme gerekçe gösterilerek sosyal medya platformları ve mesajlaşma programlarına bant daraltma uygulaması yapıldı. Gazeteci Sinan Aygül, 13 Aralık’ta kaleme aldığı çocuğa yönelik taciz haberi nedeniyle yine aynı düzenleme gerekçe gösterilerek “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla 14 Aralık günü tutuklandı. Söyleşide, söz konusu gelişmeler ve 2023 yılında sosyal medya kullanıcıları, gazeteciler ve internet haber sitelerini bekleyen olası senaryolar konuşuldu.
“Sosyal medya platformlarına getirilen tüzel kişilik kurma şartı, seçimleri de etkileyecek”
İfade Özgürlüğü Derneğinin kurucularından Prof. Dr. Akdeniz, Taksim’deki saldırının ardından uygulanan bant daraltma kararının hukuki olmadığına dikkat çekti:
“15 Ağustos 2016 tarihli 671 sayılı KHK ile Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 60. maddesinde yeni bir madde ekleniyor ve burada Cumhurbaşkanlığına milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması gibi bir veya birkaç sebebe bağlı olarak gereken tedbirleri belirleme yetkisi ile söz konusu tedbirlerin uygulanması için Bilgi Teknolojileri Kurumuna (BTK) gönderilmesi yetkisi verildi. Kurum başkanı da Cumhurbaşkanı’nın gerekli gördüğü tedbirleri işletmecilere bildiriyor. Madde diyor ki bu uygulamaya esas teşkil eden karar 24 saat içinde sulh ceza hakimliğinin onayına sunulur. Ancak Taksim’de gerçekleşen bombalı saldırının ardından Cumhurbaşkanının talebiyle BTK tarafından uygulanan bant daraltması uygulaması hâkim onayına sunulmadan yapılmış. Dolayısıyla ortada bir hâkim kararı olmadığı için hukuk yoluyla da bu tip bir uygulamayla mücadele etmek çok mümkün değil. Geçtiğimiz haftalarda bir bilgi edinme başvurusunda bulunarak Cumhurbaşkanlığına bu soruyu sordum. Akabinde de yine CİMER üzerinden BTK’ya sordum ve sonuç alamadım. CİMER, cevap vermekten kaçındı. Arka arkaya iki soru sordun diyerek, ilk sorduğum soruyu ‘hakkın kötüye kullanılması uygulaması’ olarak değerlendirip reddetti.
“Seçim gecesi yayın yasağı gelirse ne olacak? Yasak ve engelleme araçlarına sahip hükümet 2023 seçimlerine bu şekilde ilerliyor. Sosyal medya platformlarının yükümlülükleri çok daha fazla genişlediği için Türkiye’de kalıp kalmayacağı henüz cevaplanmamışken WhatsApp gibi servislerin de Türkiye’de temsilcilik açması zorunlu hale getirildi. Onların da ne şekilde yaklaşacakları henüz net değil. Nisan 2023 sosyal medya platformlarının Türkiye’de tüzel kişilik kurmaları gerekecek. Bu durum seçimleri de etkileyecektir diye düşünüyorum.”
“Sansür yasası sadece gazetecileri değil, halkı da ilgilendiriyor”
CPJ Türkiye Temsilcisi Özgür Öğret de internet erişim kısıtlamalarıyla tek sesliliğin amaçlandığını ifade etti:
“İktidarın basına yönelik bütün kısıtlayıcı çabalarını tek bir şemsiye altında birleştirmek mümkün. İktidar, tartışmayı ve haberi kontrol etmek istiyor. Yayın yasakları da bant daraltma da gazetecilerin maruz kaldığı mahkeme trafiği de bununla alakalı. Haber ve tartışma iktidarın istediği şartlarda, istediği açıdan tartışılsın istiyor. Dezenformasyon yasası, önceki yasalardan çok yeni bir şey getirmiyor iktidara. Ancak bu düzenleme, nerede bir açık varsa onu kapatma ve yeni bir sansür aparatı elde etme yönünde atılan en son adım.
“Dezenformasyon ne? Buna kim karar verecek? Ne korkuya yol açar, ne toplumda endişe yaratır? Bu nasıl ölçülür şeklinde bir soru vardı. O soruyu mahkeme Sinan Aygül’ün tutuklama kararında cevapladı. Kararda, ‘Ülke gündemi göz önüne alındığında yayınlanan haberin endişe, korku ve paniğe yol açacağı ve ülkenin iç güvenliğini etkileyeceğini’ mahkeme tarafından belirlenmiş.
Düzenlemenin, sadece gazetecileri değil halkı da ilgilendirdiğini belirten Öğret, konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Haber tüketicilerinin yani halkın bir gazeteci tutuklandığında, haber sansürlendiğinde, baskı yapıldığında o solcudur, bu sağcıdır, şu Kürt’tür, bu Kemalist’tir demeden basına sahip çıkmasıyla bu sansürün önüne geçilebilir. Tweet atarak tacizci yargılatabiliyorsa halkın tepkisi burada da etkili olur. Biz halk olarak haber alma hakkımıza sahip çıkarsak buradan bir çıkış olur.”
“Dezenformasyonla en doğru mücadele veri ve medya okur yazarlığı”
TGS İstanbul Şube Başkanı Banu Tuna, dezenformasyonla mücadele konusunda pek çok farklı uygulama olduğuna dikkat çekti:
“Dezenformasyonla en doğru mücadelenin veri okur yazarlığı, medya okur yazarlığı olduğunu düşünüyorum. Ceza hukukuyla, sosyal medyada insan avına çıkarak dezenformasyonla mücadele edilemez. Beyoğlu’ndaki patlamadan sonra 8 saat boyunca yayın yasağı getirildi, bant daraltıldı. Sosyal medyada yalan haberin yayılmasının önüne geçildi ama o karartma bir panik duygusu da yarattı. Bu halkı paniğe sevk edebilecek bir uygulama. Hükümet ve iktidar nezdinde sağlıklı, tatmin edecek bir bilgi gelmediğini söylemek bile bir bilgidir ama bu bile söylenmedi. Dezenformasyonun ve yalan haberin yayılması için kendileri ortam yarattı.
“Kamusal tartışma alanı olan sosyal medyanın da işin içine girmesiyle sansür sadece basının değil, toplumun da sorunu haline geldi. Bir toplumun sağlıklı karar verebilmesi için kamusal bir tartışma alanın olması gerekir. Kamusal tartışmanın olmadığı yerdeki boşluğu şiddet doldurur. Bu kamu sağlığı sorunudur. Seçimlere giderken tartışma alanının bu kadar susturulmuş olması, kamusal alanın bu kadar daraltılmış olması bir kamu sağlığı sorunudur. Sağlıklı bir toplum sağlıklı düşünüp davranabilen bir toplumdur. İçinde bulunduğumuz koşullar, toplumun sağlıklı karar verip bir arada barış içinde yaşayabilmesine engel oluşturan koşullar.”