Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

Üç gazetecinin yargılandığı "2911" davasında tanık: "Gözaltı işlemi ‘Filistin askısı’ öncesi uygulamaları hatırlattı"

Üç gazetecinin yargılandığı

Deniz Nazlım, Yıldız Tar ve Sibel Yükler’in savunmalarının ve tanık ifadelerinin ardından mahkeme, olay gününe dair tüm görüntülerin istenmesi için Ankara Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar verdi

BÜŞRA TAŞKIRAN, ANKARA

Gazeteciler Deniz Nazlım, Yıldız Tar ve Sibel Yükler’in, Diyarbakır’da 16 Kürt gazetecinin tutuklanmasını Ankara’da protesto ettikleri sırada darp edilerek gözaltına alınmalarının ardından “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na Muhalefet” suçlamasıyla yargılandıkları davanın ikinci duruşması, 25 Nisan 2024 günü Ankara 71. Asliye Ceza Mahkemesinde görüldü.

 

Gazetecilerin avukatları Muhammet Ünsal ile Gulan Çağın Kaleli Koçer duruşmada hazır bulunurken, Yıldız Tar ve Deniz Nazlım duruşmaya katılmadı. P24 duruşmayı takip etti.

 

Duruşmada tanık olarak DİSK Basın-İş Genel Başkanı Turgut Dedeoğlu, gazeteci Hüseyin Aykol ve Pirha haber ajansından gazeteci Eren Güven dinlendi.

 

Kimlik tespitinin ardından duruşma, tanık DİSK Basın-İş Genel Başkanı Turgut Dedeoğlu’nun dinlenilmesi ile başladı.

 

Basın açıklamasının DİSK Basın-İş tarafından organize edildiğinin altını çizerek konuşmaya başlayan tanık Turgut Dedeoğlu, “Basın açıklamasını düzenleyen bizdik. O dönemde DİSK Basın-İş bölge temsilcisiydim. Basın açıklaması yapılmak istenen alan Ankara Valiliğinin izin verdiği bir yerdi. Sözlü olarak bildirdik. Basın açıklaması yapmak Anayasal bir hak olduğu için yazılı izin almamıza gerek duymadık" dedi. 

Dedeoğlu: “Yargılananlar basın açıklaması yapacak kişiler değildir, basın açıklamasına katılacak kişilerdir" 

Polis memurlarının kendisine, alanda Uygur Türkleri tarafından o gün basın açıklaması yapılacağının söylediğini ifade eden Dedeoğlu, “Polis memurları ‘iki grup arasında husumet çıkabilir. O yüzden bugün sizin basın açıklaması yapmanıza izin vermeyeceğiz’ dediler” diye konuştu ve polis memurlarına “Biz gazeteciyiz, bir husumet çıkması mümkün değil” dediğini aktardı.

Dedeoğlu, “Polis memurlarının Sibel Yükler’i darp ettiğini gördüm. Sibel’in dört katı büyüklüğünde bir polis memuru Sibel'i darp ediyordu ve üzerine oturmuştu" dedi

Olay günü gazetecilerin makinelerinin polis tarafından kırıldığına şahit olduğunu anlatan Dedeoğlu, “Ulus Çarşısı içinden ve alandan polisin ‘süpür’ diyerek gazeteci arkadaşlarımızı uzaklaştırdığını ve gözaltına aldığını gördüm” dedi.

Basın açıklamasının Ulus Meydanı’nda yapılmasına izin verilmemesinin ardından, açıklamanın DİSK Basın-İş binasında yapıldığını söyleyen Dedeoğlu, o dönemde yoğun bir şekilde gazetecilere karşı yapılan gözaltı ve tutuklama işlemlerine karşı böyle bir açıklamaya ihtiyaç duyduklarını belirtti.

Gazetecilerin gözaltına alınmadan evvel polis tarafından ikaz edilmediklerini vurgulayan Dedeoğlu, "Yargılananlar basın açıklaması yapacak kişiler değildir, basın açıklamasına katılacak kişilerdir" dedi. Hâkimin, gözaltı işlemi sırasında gazetecilerin polise karşı bir mukavemet gösterip göstermediklerini sorması üzerine Dedeoğlu, gazetecilerin polise karşı suç teşkil eden bir eyleminin olmadığını belirtti.

Aykol: “Uygulama 80’lerdeki Filistin askısı öncesindeki uygulamaları hatırlattı”

Basın açıklamasına katılmak isteyen bir başka gazeteci Hüseyin Aykol ise duruşmada tanık olarak dinlenilenler arasındaydı. Aykol, şahit olduğu gözaltı işleminin 1980’li yıllarda yaşanan "Filistin askısı" öncesindeki uygulamaları hatırlattığını ifade etti. 

Aykol, önce Deniz Nazlım’ın, ardından Sibel Yükler'in polisler tarafından zorla gözaltına alındığına tanık olduğunu, Sibel Yükler’in kendisine "Hocam beni götürüyorlar" diye seslenmesi üzerine polis memurlarına "Onlar gazeteci" diyerek gözaltı işlemine itiraz ettiğini anlattı.

Hüseyin Aykol da polis memurlarının gözaltı işlemi öncesinde herhangi bir uyarısını duymadığını ve görmediğini belirtti.

Güven: “Çığlıklarını duydum”

Tanık olarak dinlenen Pirha haber ajansından gazeteci Eren Güven, basın açıklamasına konu olan tutuklu gazetecilerin arasında daha evvel birlikte çalıştığı meslektaşları olduğunu ve bu nedenle basın açıklamasına katılmak istediğini belirtti.

Güven, “Gazeteci Deniz Nazlım benim yanımdaydı. Yanımdan zorla gözaltına alındığına şahit oldum. O arbedede benim de kameram kırıldı. Öncesinde polisler tarafından bir ihtar olmadı. Gazeteci Yıldız Tar ve Sibel Yükler'in çığlıklarını duydum ama gözaltına alınmalarına şahit olmadım.” dedi.

Dedeoğlu: “Olay gününde çok sayıda Terörle Mücadele polisi vardı”

 

Duruşma savcısının, Mülki İdare Amirliği’ne yazılı başvuruyu neden yapmadıkları ve daha evvel gerçekleştirdikleri basın açıklamalarında bildirim yapıp yapmadıkları sorusunu yönlendirdiği Dedeoğlu, “Sendika olarak birçok basın açıklaması yaptık. Sadece sözlü olarak bildiriyoruz. Yazılı bildirim daha önce de yapmadık. Bu basın açıklaması için de yazılı bildirim yapmadık. Sosyal medyadan basın açıklamalarımızı duyuruyoruz” dedi.

 

Dedeoğlu, basın açıklamalarında normal şartlarda Emniyet’in sendikalar masasındaki polis memurlarının görevli olduğunu hatırlatarak, olay gününde yoğunluklu olarak Terörle Mücadele masasından polislerin alanda olduğu söyledi ve “Bu şiddetin sebebi de bundan kaynaklanıyordu” dedi.

 

 

Yükler: “İstediğimiz görüntülerin bir kısmı dosyaya gelmedi”

Savunma yapan Sibel Yükler, gözaltına alınmasına dair tüm görüntülerin polisin elinde olduğunu, gazeteciler olay öncesi alandan zorla çıkartıldığı için Yıldız Tar ile nasıl gözaltına alındıklarına dair görüntülerin kimsede olmadığına dikkat çekti. Yükler, “Bu görüntüler için suç duyurusunda bulunduk. Bu dosyada da istedik. Ancak tüm görüntüler dosyaya gelmedi" dedi.

 

Tanıkların dinlenilmesinin ardından söz alan avukatlar beyanlarda bulundu.

 

Basın açıklamasının sosyal medyada duyurulmasının, bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmesi açısından yeterli olduğuna işaret eden avukat Muhammet Ünsal, Ankara Valiliğinin dosyada mevcut olan ara karara cevabı ile alanın eylem için “yasaklı alan” olmadığının ortaya çıktığına işaret etti. Ünsal, atılı suçun unsurlarının oluşmadığını söyledi.

 

Polisin görevinin güvenliği sağlamak olduğunu hatırlatan Ünsal, bir önceki duruşmada tüm görüntülerin dosyaya girmesi taleplerinin karşılanmadığını hatırlattı.

 

Basın açıklaması için yazılı başvuru yapılmasının yasa çerçevesinde gerekli olmadığını belirten avukat Gulan Çağın Kaleli Koçer, müvekkillerinin işkenceye uğradığını, suç duyurusunda bulunduklarını ve soruşturma makamının hareketsiz kaldığını söyledi. Koçer, suç duyurusu yaptıkları tarihten yaklaşık üç ay sonra müvekkilleri hakkında bu davanın açıldığının altını çizdi.

 

Davaya katılan her iki avukat da savunmalarının ardından müvekkillerinin beraatını istedi.

 

Ara kararını açıklayan hâkim, olay gününe dair tüm görüntülerin istenmesi için Ankara Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar verdi.

 

Dava 19 Eylül 2024 gününe ertelendi.

 

Ne olmuştu?

Nazlım, Yükler ve Tar, Ankara’da 5 Temmuz 2022 günü, Diyarbakır’da o dönem tutuklanan 16 gazeteci için DİSK Basın İş’in çağrısıyla yapılacak basın açıklamasına katılmak istedikleri sırada darp edilerek ters kelepçe ile gözaltına alındı. Protesto açıklamasının yapılmak istendiği Ulus Atatürk Anıtı Meydanı’nda toplanmaya başlayan gazeteciler, ilk olarak polis tarafından “alanda basın açıklaması yapamayacakları” belirtilerek uzaklaştırılmak istendi.

Bu sırada meydana geçmek üzere bölgedeki bir pasajın içerisinde olan Yükler, Nazlım ve Tar’a polislerce alandan uzaklaşmaları söylendi. Ancak, henüz pasajın dışına çıkmamışken, üç gazeteci de darp edilerek gözaltına alındı. Gazeteciler, aynı gün ifade işlemlerinin ardından serbest bırakıldı.

Yirmi üç polisin imzaladığı olay yeri inceleme tutanağında gözaltına alınan gazeteciler hakkında, “İyi niyetten yoksun, tamamıyla güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelip buradan sözde mağduriyet yaratma odaklı eylem ve etkinlik tarzını benimsemişlerdir. Bu konu özelinde takındıkları tavırdan anlaşılmış, beden dillerine de bu durumun yansıdığı görülmüştür” ifadeleri yer aldı.

Gazeteciler de kendilerini darp eden polisler hakkında “işkence”, “hakaret”, “suçu bildirmeme”, “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” ve “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle yaralama” gerekçeleriyle ve darp edildiklerini belgeleyen Türkiye İnsan Hakları Vakfının (TİHV) hazırladığı raporlarla suç duyurusunda bulundu.

Ancak savcılık, “polise karşı direnen müştekilerin etkisiz hale getirilmesi amacıyla en basit haliyle polisin zor kullanma yetkisini kullandığı, kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkisinin sınırını aşarak kasten yaralama ve işkence suçlarını işlediklerine, yine görevlerini kötüye kullandıklarına dair kamu davası açmak için yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı” gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi.

Takipsizlik kararı sonrası gazetecilerin gözaltına alınmalarıyla ilgili işkence yasağı, ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğünün ve gazetecilerin gözaltına alındığı açıklama sırasında gerçekleşen başka bir toplanmanın engellemeye gerekçe gösterilmesinin “ayrımcılık yasağı” ihlali olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru yapıldı.

Polisler hakkında takipsizlik kararı verilirken, gazeteciler hakkında “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etmek” suçlamasıyla yürütülen soruşturma sonunda Haziran 2023'te iddianame hazırlandı. Ancak iddianamede gazetecilerin darp edilerek gözaltına alındığı anlara ait görüntü dökümlerine yer verilmedi.

Yükler, Nazlım ve Tar’ın atılı suçlamadan 6 aydan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarının talep edildiği iddianame, Ankara 71. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

Yukarı