Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.
Milletvekilleri, ifade, basın ve düşünce özgürlüğünün her geçen gün daha kötüye gittiği bir ortamda anayasa değişikliği için uygun bir tartışma zemini olmadığını söylüyor
HİKMET ADAL
Koronavirüs salgını, ekonomik sıkıntılar ve iktidar baskısı altındaki yargının konuşulduğu bir yılı geride bırakan Türkiye, 2021’e yine “reform” tartışmalarıyla başladı. Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında dördüncü bir yargı reform paketinin yakın zamanda gündeme gelmesi beklenirken, önceki reform paketlerinin ise Türkiye’de basın, ifade ve düşünce özgürlüğünü güvence altına almakta pek etkili olmadığı apaçık ortada.
Hâl böyleyken Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şubat ayında yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi: yeni bir anayasa. Erdoğan’ın “ihtiyaç var” diyerek açıkladığı “yeni anayasa” ile ilgili çerçevenin Şubat sonu veya Mart başında açıklanacak İnsan Hakları Eylem Planı’nda yer alması bekleniyor. Bu girişimin hukuk reformuna katkıda bulunup bulunmayacağı, Türkiye’nin hukuk ve adalet alanındaki sorunlarına çare olup olmayacağı ise merak konusu.
Türkiye’nin ifade özgürlüğünü güvence altına almak için nasıl bir anayasaya ihtiyacı olduğunu ve yeniden alevlenen anayasa tartışmalarını muhalefet milletvekilleri Ömer Faruk Gergerlioğlu, Sezgin Tanrıkulu ve Züleyha Gülüm ile Anayasa Mahkemesi eski raportörü Osman Can’a sorduk.
Gergerlioğlu: İktidar önce TCK ve TMK’de değişiklik yapsın
HDP Kocaeli Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu, tam da yeni anayasa tartışmasının ortaya atıldığı günlerde Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi verdi.
İktidarın yeni anayasa ve yargı reformu başlığıyla gündeme getirdiği konuların Türkiye’nin temel meselelerine temas eden hususlar olduğunu düşünmediğini ifade eden Gergerlioğlu, yeni anayasanın bir “makyajlama çalışması” olduğunu söylüyor ve asıl değişikliğin TMK ve TCK’da yapılması gerektiğine işaret ediyor.
Anayasayı değiştirmeden önce bu iki kanundaki sakıncalı maddelerin değiştirilmesi teklifinde bulunan Gergerlioğlu, “İfade özgürlüğünün önünü açmazsanız, insan hakları alanındaki temel sorunları çözmek için adım atmazsanız anayasa tartışmasıyla hiçbir şeyi değiştirmez, hiçbir yere varamazsınız” diyor.
Gergerlioğlu, yapılmak istenenin “ölmek üzere olan bir hastanın gözünü boyamaya benzediğini” söylüyor.
“Bana verilen ceza veya ifade özgürlüğünü kullandığı için hapis cezalarına çarptırılan herkes iktidarın niyetinin hiç de iyi olmadığını gayet iyi anlayabilir” diyen Gergerlioğlu, önce mevcut anayasaya saygı gösterilmesi, yargının tarafsız ve bağımsız hale getirilmesi gerektiğine vurgu yapıyor ve ekliyor: “Ama amaçları bu değil. Daha geçtiğimiz hafta Meclis’e bir kanun teklifi verdim. TMK ve TCK’nın bazı maddelerinde değişiklik, bazı maddelerinin ise tamamen kaldırılmasını istedim. Çünkü TMK’deki terör tanımları genellikle çok muğlak. TMK’nin hiçbir yerinde herhangi bir fiil açıkça suç olarak düzenlenmemiş. Karar hakimlerin insiyatifine bırakılmış. Bundan dolayı da kararlar konjonktüre göre değişiyor. Hâkimler iktidarın istediği kararları almazlarsa soluğu Şemdinli’de alacaklarını düşünüyor. Bundan dolayı insanlar çok kolay örgüt üyesi ilan edilebiliyor veya propagandadan ceza alabiliyorlar.”
Aynı durumun Türk Ceza Kanunu için de geçerli olduğunun altını çizen Gergerlioğlu, TCK’de ifade, düşünce ve basın özgürlüğünü kısıtlayan çok sayıda madde bulunduğunu, öncelikle özgürlüklerin önünü açacak bu yasaların değiştirilmesine ihtiyaç olduğunu söylüyor:
“TCK’de ‘Kamu barışına karşı suçlar’ın düzenlendiği 213, 214, 215. maddeler, ‘Devletin egemenlik alametlerini aşağılama’yı hüküm altına alan 300. madde, ‘Halkı askerlikten soğutma’yı düzenleyen 318. madde ve ‘Askerleri itaatsizliğe teşvik’i düzenleyen 319. maddeler yasadan çıkartılarak başlanabilir.
“Aynı şekilde TMK’de yer alan 2, 4 ve 7. maddelerde hangi davranışın suç olarak düzenlendiği yazılmamış. TMK 6/2 de ifade özgürlüğüne aykırı ve soyut. Bu maddeler ifade özgürlüğü başta olmak üzere hak ve hürriyetleri sınırlıyor. Eğer gerçekten bir hukuk reformu isteniyorsa, hukuki bir düzenleme gerekiyorsa, iktidar Türkiye’de ifade özgürlüğünün önünde büyük bir engel olarak duran bu maddeleri değiştirerek göreve başlayabilir.”
Tanrıkulu: Yeni bir anayasa şart ama…
CHP İstanbul Milletvekili ve avukat Sezgin Tanrıkulu ise mevcut anayasanın 1982 darbe anayasası olduğunu hatırlatarak başlıyor söze. Bu anayasanın kaldırılarak yeni bir anayasanın hazırlanmasının gerekliliğini vurgulayan Tanrıkulu, sivil ve halkın yaptığı bir anayasanın şart olduğunu dile getiriyor.
Mevcut anayasanın yürürlüğe girdiğinden beri üçte birinin yenilenmiş olduğunu hatırlatan Tanrıkulu, buna karşın yurttaşı esas alan, özgürlükleri güvence altına alan bir anayasa hâline getirilemediğinin altını çiziyor. Ancak Tanrıkulu, bugün yaşanan sorunların yeni bir anayasa ihtiyacından ziyade mevcut anayasanın özgürlükler bakımından uygulanmamasından kaynaklandığının altını çiziyor:
“Karşı çıktığımız bu anayasanın özgürlükler bakımından uygulanmaması. Uygulamayan da bu hükümet. Bu anayasadaki haklarımızı çiğneyen de göz ardı eden de bu hükümet. Dolayısıyla sorun iktidarın bugün yeni bir anayasa önermesi veya yapması değil, mevcut anayasadaki güvencelere uygun bir düzeni kurmaması. Bu düzeni sağlamayan iktidar ve onların ortakları hangi samimiyetle yeni anayasa öneriyorlar? Yeni bir anayasa yapılacaksa bu AKP’nin önerdiği biçimde olmayacak.”
Yargıya güvenin kalmadığı bir ortamda asıl önceliğin anayasal güvencelerin sağlanması olduğunu belirten Tanrıkulu, “Bu dönemde yargıya olan güven cumhuriyet tarihinin en dip noktasında. Yargı kurum olarak ortadan kalkmış ve yürütme organının bir parçası haline gelmiş, AKP’nin bir aparatı haline dönüşmüş” diyor ve ekliyor: “Böylesi bir dönemde anayasa yapmanın imkânı yok. Çünkü zemini yok. Her söz söyleyenin, eleştirenin ceza tehdidiyle karşı karşıya kaldığı bir yerde nasıl yeni bir anayasa yapılacak? İnsanlar nasıl sözlerini söyleyecekler? Bu kadar çok kutuplaştırılmış, düşmanlaştırılmış bir ortamda toplumun yarısı fikirlerini nasıl açıklayacak? Biz milletvekillerinin, siyasilerin, aktivistlerin, muhaliflerin karşı karşıya kaldığı siyasal linç ortamında neyi tartışabiliriz?”
AKP’nin 2002’den bu yana iktidarda olduğunun altını çizen Tanrıkulu, “Şimdi bu düzenden şikâyet etmeye hakları yok. Bu Türkiye’yi kendileri yarattılar” diyor.
Gülüm: Anayasa yapmak için uygun ortam yok
HDP İstanbul Milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu üyesi avukat Züleyha Gülüm de Türkiye'nin yeni bir anayasaya kesinlikle ihtiyacı olduğunu düşünenlerden. Ancak Gülüm de AKP iktidarının bunu demokratik ve katılımcı bir şekilde yapacağına şüpheyle bakıyor.
Yeni anayasa tartışmasını iktidarın üstünü kapatmak istediği meselelere karşı başka bir tartışma zemini olarak açtığını söyleyen Gülüm, Türkiye’de yeni bir anayasa yapmak için uygun ortamın olmadığını ifade ediyor:
“İktidarın gerçekten de demokratik yeni bir anayasa yapma niyeti olsaydı öncelikle bu anayasaya uyarak insanların özgürce tartışabileceği bir ortam yaratması gerekirdi. Fakat iktidarın bugünkü pratiğine baktığımızda yürürlükteki anayasaya bile uymayan, anayasayı hiçe sayan bir hükümet görüyoruz. Böyle bir iktidarın özgürlük adına yeni bir anayasa tartışması yapması elbette ki samimi değil.”
Açıklanan yargı paketlerinin olumlu yönde herhangi bir değişim getirmediğini ifade eden Gülüm, özgürlük ve adalet taleplerine yönelik bir reform paketinin henüz ortaya konulmadığını söylüyor ve ekliyor: “Tam aksine bugüne kadar yaptıkları tüm uygulamalar aslında özgürlükleri daha fazla kısıtlayan, demokratik ortamı ortadan kaldıran düzenlemelerdi. Reform söylemlerinin hemen ardından derneklere, sivil toplum örgütlerine kayyum atanmasının önünü açan yasal düzenlemeyi hatırlayın. İktidarın denetimine giren ya da iktidarın istediği şekilde konuşan yapılar olmaması gerekiyor sivil toplum kuruluşlarının.”
Yargının toplumsal muhalefet üzerinde bir baskı unsuru olarak araçsallaştırıldığını belirten Gülüm, reform tartışmalarının iktidarın ‘yönetememe’ krizinin sonucu olarak ortaya çıktığını söylüyor: “AİHM kararına dahi ‘uygulamayız’ diyen, AYM’ye çatan, var olan yasal düzenlemeleri uygulamayan, yasaları uygulamaksızın kararlar alan bir yargının iktidar eliyle toplumsal muhalefet üzerinde baskı aracı olarak kullanıldığı bir süreci yaşıyoruz şu an. Bunların hepsi ‘reform’ söylemlerinin arkasından geldi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yapılan mı reform şimdi? Buradan baktığımızda reform tartışmasının kendisi gerçek değil.”
Gülüm, “Özgürce konuşamadığımız, her söylediğimiz sözden dolayı içeri alındığımız, bir tweet nedeniyle tutuklandığımız, demokratik hakkımızı kullanarak eylem yaptığımız için gözaltına alındığımız, herkesin susturulmak istendiği bir dönemde nasıl bir demokratik anayasa tartışması olacak?” diye soruyor ve ekliyor: “İlla bir anayasa yapılacaksa yerel yönetimlerin güçlendirildiği, merkezin bu kadar otoriter ve baskıcı mekanizmalar üzerine kurulmadığı, halkın sözünü söyleyebildiği, öğrencilerin, gençlerin kadınların, LGBTİ+’ların taleplerinin yer aldığı, doğanın korunabildiği, halkların korunabildiği, insan haklarının gerçekten uygulamaya geçirilebildiği, bu ülkede yaşayan tüm halkların eşit koşullarda yaşayabilmesinin mümkün kılınabildiği, hak ve özgürlüklerin önünü açan bir şekilde yapılmalı.”
Can: İktidar dikensiz gül bahçesi yaratmayı arzuluyor
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Osman Can ise “yeni anayasa” tartışmasının “iktidarın ömrünü uzatmak için elverişli bir manivela” olduğu görüşünde.
İktidarın anayasanın bugünkü halinden şikâyet ettiği çok sayıda başlık olduğunu belirten Can, “Bu şikâyetlerinden kurtulup kendileri için dikensiz gül bahçesi yaratmayı arzuladıklarını görebiliyoruz” diyor.
Ekonomi ve güvenlik alanında yaşanan sorunlara ek olarak hukuki öngörülebilirlik bakımından da asgari koşulların ortadan kalktığına vurgu yapan Can, iktidarın toplumsal onayı kaybetmesi nedeniyle dikkatleri gerçek sorunlardan uzaklaştırma eğiliminde olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Arzuladıkları anayasaya veya anayasa değişikliklerine kavuşamadıklarında, gelecek seçimlere kadar anayasa meselesine çok duyarlı, yeni anayasa talep eden muhalefet cephesinin siyasi ve entelektüel enerjisini tartışmalarla tüketmiş, ardından da halka, ‘bakın biz çok arzuladık, ancak onlar samimi değiller, hem yeni anayasa diyorlar, hem de buna yanaşmıyorlar’ deyip seçimde daha fazla oy ve vekil isteyebilirler. Bu anayasa tartışmasının açılmasını samimiyet ekseninde yorumlamamak gerekir. Bunun da ötesinde, bu tartışmanın açılmış olması iyi niyetli değil. Her halükârda demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanında kalan son kırıntıların temizlenmesi sonucuna götürme yolunda bir imkân arayışı olarak görülmelidir.”