Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

Altanlar ve Ilıcak davasında avukatlar yine dışarı atıldı

Altanlar ve Ilıcak davasında avukatlar yine dışarı atıldı

AYM kararının kayda geçirilmesini isteyen avukat Cinmen ve ona destek olan avukat Sevgi Taş salondan çıkarılırken duruşma Silivri’ye taşındı

Romancı, gazeteci ve kapatılan Taraf gazetesinin eski yayın yönetmeni Ahmet Altan, kardeşi ekonomi profesörü ve köşe yazarı Mehmet Altan, ve gazeteci yazar Nazlı Ilıcak da dâhil olmak üzere, 6’sı tutuklu 7 kişinin yargılandığı davanın beşinci duruşması 12 Şubat’ta İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı.

P24’ün yanı sıra Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Article 19, Uluslararası PEN ve Norveç PEN gibi uluslararası örgütlerin izlediği duruşmaya Ahmet ve Mehmet Altan Silivri Cezaevi’nden SEGBİS’le bağlanırken, diğer tutuklu sanıklar Nazlı Ilıcak, Fevzi Yazıcı, Yakup Şimşek, Şükrü Tuğrul Özşengül ve tutuksuz yargılanan Tibet Sanlıman salonda hazır bulundu.

Beş gün sürmesi ve karar duruşması olması beklenen duruşmaya mahkemeye ulaşan belgelerin okunmasıyla başlandı. Mahkeme başkanı gelen belgelere göre sanıkların ByLock kayıtlarının bulunmadığını açıkladı.

Mahkeme başkanı ayrıca Başbakanlık ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin davaya müdahil olma taleplerinin kabul edildiğini duyurdu.

Bu sırada Altan kardeşlerin avukatlarından avukat Ergin Cinmen Anayasa Mahkemesi’nin Mehmet Altan’ın bireysel başvurusuna dair verdiği kararın da kayda geçirilmesini talep etmek üzere söz istedi, ancak mahkeme başkanı Cinmen’in konuşmasına izin vermedi.

Cinmen, duruşmanın öğleden sonraki bölümünde de aynı talebi yapmak için tekrar söz isteyince mahkeme başkanınca konuşmaması için uyarıldı, ardından da mahkeme düzenini bozduğu gerekçesiyle salondan çıkarıldı. Fevzi Yazıcı’nın avukatı Sevgi Taş, Cinmen’in mahkeme düzenini bozmadığını söyleyince mahkeme başkanı Taş’ın da salondan çıkarılmasını istedi.

Avukatların dışarı çıkarılmasıyla mahkeme başkanı duruşmaya ara verdi ve salonu boşalttı. Aradan sonra ise duruşmanın bugünlük sonlandırıldığını, duruşmaya Salı’dan itibaren Silivri Cezaevi yerleşkesindeki mahkeme salonunda devam edileceğini söyledi. Salı günkü oturum sabah 9:30’da başlayacak.

Anayasa Mahkemesi 11 Ocak tarihinde Mehmet Altan’ın bireysel başvurusunu karara bağlamış, Altan’ın “kişi özgürlüğü ve güvenliği” hakkı ile “ifade ve basın özgürlüğünün” ihlal edildiğine hükmetmişti. Ancak davayı gören İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi avukatların Altan’ın Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca tahliye edilmesi talebini reddetmiş, Anayasa Mahkemesi’nin delil incelemesi yaparak “yetki gasbında” bulunduğunu savunmuştu.

Davanın 13 Kasım’da görülen duruşmasında da Ahmet ve Mehmet Altan’ın avukatları Ergin Cinmen, Figen Albuga Çalıkuşu, Ferat Çağıl ve Melike Polat soruşturmanın genişletilmesi taleplerini dile getirmek için söz isteyince salondan çıkarılmışlardı.

Fevzi Yazıcı: Tasarımcıyım, yayın politikası belirlemedim

Duruşmanın Pazartesi günkü oturumunda savunma yapan tek sanık olan kapatılan Zaman gazetesi görsel yönetmeni Fevzi Yazıcı, öncelikle kendisine ait bir flash diskte bulunduğu iddia edilen ve Fethullah Gülen tarafından “FETÖ üyeliği” suçlamasıyla yargılanıp mahkum edilen bir hâkime gönderildiği söylenen mektup hakkında açıklamalarda bulundu.

Belgenin sahte olduğunu, kendisinin yokluğunda flash diske yüklendiğini söyleyen Yazıcı, belgedeki yazım hatalarının belgenin sahteliğinin kanıtı olduğunu söyledi. Belgede “hasebiyle” olması gereken kelimenin “hesabıyla” diye yazıldığını belirten Yazıcı, Gülen’in yazdıklarını dikkatlice kontrol ettiğini bildiğini ve bu hatanın büyük ihtimalle belgeyi üreten kişinin genç olmasıyla alakalı olduğunu söyledi.

Belge hakkında hazırlanan bir bilirkişi raporundan alıntılar yapan Yazıcı, belgedeki birtakım lekelerin Gülen’in 2013’te Abdullah Gül’e gönderdiği mektuptaki lekelerle aynı olduğunu aktardı. Mektubun altındaki imzanın da 2013 tarihli mektuptakiyle da birebir aynı olduğunu söyleyen bir kişinin iki yıl arayla aynı imzayı atmasının mümkün olmadığını belirtti.

Söz konusu mektupla ilgili olarak Emniyet’te sorgulandığı için geçen duruşmada hazır bulunmayan Yazıcı, mektubun Amerika’da görülen Zarrab davasına yetiştirilmek için aceleyle hazırlandığını, kendisinin de o tarihlerde Washington’da gerçekleşen bir tasarım konferansına katılmak için Washington’a gitmiş olması nedeniyle “kurban seçildiğini” savundu.

Kendisinden hâkim Mustafa Başer aleyhine itirafçı olmasının istendiğini söyleyen Yazıcı, bu kişiyi tanımadığını ifade etti.

Ardından hakkındaki diğer suçlamaları değerlendiren Yazıcı, Bank Asya’da çalıştığı Zaman gazetesinin maaşları bu bankaya yatırması nedeniyle hesabı bulunduğunu, hesabında hiçbir şüpheli ya da izah edilemeyen hareket bulunmadığını söyledi.

Zaman gazetesinin 2015 sonbaharında yayınlanan ve darbe öngörüsü yaptığı iddia edilen “gülen bebek” reklamıyla bir ilgisinin olmadığını söyleyen Yazıcı, reklamın görüşüldüğü bir toplantıya o sırada ofiste müsait olması nedeniyle katıldığını bunun dışında reklamın içeriğine veya hazırlanma sürecine herhangi bir müdahalesinin olmadığını anlattı.

Zaman gazetesinin her sene aynı tarihlerde reklam kampanyası yaptığını söyleyen Yazıcı, “Bu bilgi bile darbeden 9 ay 10 gün önce reklamın yapıldığı iddiasını yalanlar. Reklamı gören hiç kimse 'bunda darbe çağrışımı var' demedi. Darbeciler niye tarihi bana bildirip operasyonu tehlikeye atsın?" diye konuştu. “Gözaltına alınmamdan tam 9 ay 10 gün sonra bir iddianame doğdu. Anlamı var mı? Hayır, tesadüf. Bunlar hayatın içinde var,” dedi.

“Gazetecinin darbeyle ne ilgisi var?” diye soran Yazıcı, “Gazetecilik ve sanat dışında hiçbir faaliyetim olmadı. İşim tasarlamaktı ve ben tasarım yaptım. Bunun dışında bir şey yapmadım” dedi.

Yazıcı, “Gazeteyi 15 Temmuz sonrası algıyla değerlendirmek doğru değil. Yasal gazeteydi, Maliyenin, Basın Savcılığı’nın denetimindeydi. Ben Zaman'da çalışırken, bir terör örgütünün yayın organında çalıştığımı hiçbir zaman düşünmedim. Onlar devletin bütün imkânlarına sahipken 'göremedik, fark edemedik' diyorlar. Benim ne imkânım vardı ki FETÖ'yü fark edeyim?” dedi.
Yukarı