Expression Interrupted

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskının öncelikli hedefi gazeteciler ve akademisyenler. Yüzlerce gazeteci ve akademisyen hakkında soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı. Bu site ifade özgürlüğünü kullandığı için soruşturma ve kovuşturmaya uğrayanlar hakkındaki yasal süreci takip etmektedir.

“Duruşmalar göstermelik!”

“Duruşmalar göstermelik!”

İngiltere barosunun Altanlar davasına ilişkin raporunda âdil yargılama uyarısı yapıldı

İngiltere-Galler Barosu İnsan Hakları Komitesi (BHRC) Ahmet ve Mehmet Altan ile gazeteci Nazlı Ilıcak’ın aralarında bulunduğu 17 kişinin yargılandığı dava hakkında hukukî eleştirilerde bulunan bir gözlem raporu yayımlandı. Raporda imzası olan İngiliz hukukçu Pete Weatherby, bu eleştirilerini raporun yayımlandığı gün The Independent gazetesine yazdığı makalede de yineledi.

Geçtiğimiz hafta Londra’da kamuoyuna duyurulan raporda 17 gazeteci ve medya çalışanının 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili ağır suçlamalarla karşı karşıya bulunduğu belirtiliyor.

QC, yani “Kraliçe’nin Avukatı” unvanını taşıyan ve davanın haziran ayında görülen ilk duruşmasına katılan hukukçu Pete Weatherby tarafından hazırlanan raporda şu bulgulara yer veriliyor:

“Altan ve diğerlerine yönelik kovuşturma, Türkiye’de âdil yargılama ve hukukun üstünlüğü konularında ciddi kaygılara yol açmaktadır. Bu endişeler arasında yargının rolü, bağımsızlığı, mahkemelerin savcılıklarla olan ilişkisi, dava öncesi tutukluluk sürecinde savunma avukatlarına yeterli erişim bulunmaması, dava öncesi yetersiz bilgilendirme ve ilk bakışta tutukluluğun ve yargılamanın devamını gerektirecek koşullar oluşturacak yeterli delil bulunmaması yer almaktadır. Oturumlar göstermelik bir duruşma görüntüsü vermiştir.”

Bir yıldır tutuklu bulunan Altan kardeşler ve 2016’nın Temmuz ayından beri tutuklu olan gazeteci Nazlı Ilıcak dahil toplam 17 kişinin yargılandığı davanın ilk duruşması 19 Haziran tarihinde İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Bir sonraki duruşması 19 Eylül’de görülecek dava kapsamında savcılık, Ahmet ve Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak hakkında “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya çalışmak”, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmak” ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmaya çalışmak” suçlamalarıyla üçer kez ağırlaştırılmış müebbet ve “Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” suçlamasıyla da 15 yıla kadar hapis cezası talep ediyor.

İngiltere-Galler Barosu raporunda, bu davaya ek olarak çok sayıda gazetecinin darbe girişimini desteklediklerine dair “temelsiz suçlamalarla” tutuklanması ve yargılanmasının “ifade özgürlüğüne karşı sürekli ve ciddi bir saldırının varlığına işaret ettiği” belirtildi.

Raporda, darbe girişimine toplu tutuklamalar ve davalar, Olağanüstü Hâl’in devam ettirilmesi, yürütmenin yetkisini artıran anayasal değişiklikler ve muhalefetin baskılanması ile karşılık verilmesinin “hukukun üstünlüğünün erittiği” ve “demokratik kurumların büyük ölçüde altını oyduğu” ifade edilirken hükümete ve yargıya da aşağıdaki çağrılarda bulunuldu:

- “Hukukun üstünlüğü ve temel haklar ile hakların korunması konusunda anayasal ve uluslararası taahhütlerin yerine getirilmesi.

- Olağanüstü Hâl’in gerekliliğinin yeniden değerlendirilmesi.

- Yargının ve savcıların yeniden bağımsız olmasını sağlayacak önlemler alınması.

- Darbe girişimi sonrasında tutuklanan herkesin serbest bırakılması ve suça dair net ve güçlü kanıt olmadığı koşullarda suçlamaların düşürülmesi; bu tür kanıt olduğu durumlarda ise tutuksuz yargılama ile ilgili hükümlerin doğru biçimde uygulanması.

- Kamuoyuna, ifade özgürlüğünün sıkı bir şekilde korunduğuna ve gazetecilerin güncel konularla ilgili araştırma, haber ve yorumlar nedeniyle tutuklanmaktan ve yargılanmaktan korunacağına dair söz verilmesi.”

The Independent’taki makale: ‘’İfade özgürlüğüne zalim saldırı”

Raporun açıklandığı gün Pete Weatherby tarafından yazılan bir makale The Independent gazetesinde yayımlandı.

7 Eylül tarihinde yayımlanan makalede yine Altanlar davasından bahseden İngiliz hukukçu, “60-70 yaşlarında, tanınmış, seküler, liberal gazeteci, akademisyen ve yazarlar olan” Altan kardeşler ve Ilıcak’ın darbeden bir gün önce televizyonda darbecilere “subliminal mesajlar” verilen bir siyaset programına katılmakla suçlandıklarını belirtti.

“Altan kardeşlerin ve diğerlerinin bir sonraki mahkemesiyle ilgili gerçek, bunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı muhalefetin yasadışı kılınmasına yönelik göstermelik bir duruşma olduğudur,” diyen Weatherby, “Bu, Türkiye Anayasası’nın 26’ncı maddesiyle ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi ve Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesi dahil olmak üzere Türkiye’yi de bağlayan çeşitli uluslararası yasal enstrümanlarla güya güvenceye alınmış olan ifade özgürlüğüne karşı açık ve zalim bir saldırıdır,” görüşünü dile getirdi.

Pete Weatherby’nin The Independent’taki makalesinin tam metin çevirisi şöyle:

Ne ironiktir ki, Erdoğan Türkiye’de başarısız darbenin yapmak istediği her şeyin aynısını yaptı

Pete Weatherby, QC

Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan’a inanacak olursanız, Türkiye’de geçen yıl başarısızlığa uğrayan darbe, kendisinin bir zamanlarki müttefiki – ve kendisi gibi muhafazakâr İslamcı – Fethullah Gülen’in hükümeti yıkma, Anayasa’yı ve Meclis’i ortadan kaldırma girişimiydi. Gülen’in ise bu işle herhangi bir ilgisi olduğunu inkâr ettiğini de belirtmek gerek.

İnsan hakları konusunda – özellikle de Kürtlere muamele bakımından – inişli çıkışlı bir tarihi olsa da, Türkiye temel hakların Anayasa ile korunduğu işleyen bir demokrasiydi ve nispeten bağımsız bir yargı, yürütmenin aşırılıklarına karşı bir ölçüde denge oluşturuyordu. Erdoğan’ın iktidar tutkusunun yarattığı şüpheler epeyce bir süredir birikmekteydi ama yine de darbenin birkaç saat içinde başarısızlığa uğraması Türkiye’de birçok kişiyi rahatlattı. Ciddi can kaybı yaşandı – 300 kadar insan öldü – ama çok daha kötüsü de olabilirdi.

Ancak ironik olan şu ki, başarısız darbe girişiminin sonrasında yaşananlar, darbeyi tezgâhlayanların ortadan kaldırmak istediği kurumlara ve anayasal çerçeveye muazzam zarar verdi.

Darbenin üzerinden sadece saatler geçmişken Erdoğan, darbeye karışanların çok ötesine taşan bir şekilde muhaliflerini yakalatmaya başladı. Bugüne kadar, 160 bin civarında kamu görevlisi – hâkimler, akademisyenler, askerler ve polis memurları, ve sivil bürokratlar – görevlerinden atıldı. 50 binden fazla insan tutuklandı ve şimdi darbeye destek vermek iddiasıyla yargılananların kitlesel davaları görülüyor.

Erdoğan bugün de devam etmekte olan ve kendisine kararnamelerle muazzam yetki veren bir Olağanüstü Hâl ilan etti, bu olağanüstü yetkilerin birçoğunu da, sadece tartışmalı sandık sonuçları nedeniyle değil, Cumhurbaşkanı’na muhalefet edenlerin eşit bir zeminde yarışmaması nedeniyle de AB tarafından ağır biçimde eleştirilen bir referandumla konsolide etti.

Erdoğan, iktidar üzerindeki kontrolünü güçlendirirken özellikle yargıyı ve gazetecileri hedef aldı, böylece yürütmenin hem devlet içinden denetlenmesini hem de devlet dışından eleştirilmesini engellemiş oldu.  

4 binden fazla yargıç ve savcı – toplam sayının dörtte biri – Gülen’le ilintili oldukları iddiasıyla görevlerinden uzaklaştırıldı. Erdoğan, yargıçların atanma biçimini kararnameyle değiştirerek, bu işi bağımsız bir yargı komitesinden alıp yürütmenin tercihine bıraktı. Böylelikle işten atılma korkusu ve mevcut yargıç ve savcıların önemli bölümünün yerine hükümetçe atananların gelmesi sonucunda yargı bağımsızlığına ciddi biçimde zarar verildi. Savunma avukatları da benzer risklerle karşı karşıya, birçoğu kendi haklarındaki iddianamelerle uğraşıyor.

İfade özgürlüğü de ciddi biçimde kesintiye uğratıldı, medyada birçok kuruluş kapatıldı, web sitelerine erişim engellendi ve 169 gazeteci darbeye destek verdikleri iddiasıyla tutuklandı.

Haziranda gazetecilere yönelik büyük bir dava başladı ve bu dava 19 Eylül’de devam edecek. Bu davada, 10’u firar etmiş 14 diğer sanıkla birlikte Nazlı Ilıcak ve Ahmet ve Mehmet Altan da hükümeti, anayasal düzeni ve millet meclisini devirmeye teşebbüs etmekten ve ‘’terörist’’ bir örgüte yardım etmekten yargılanıyorlar.

Hepsi 60-70 yaşlarında, tanınmış, seküler, liberal gazeteci, akademisyen ve yazar olan bu üç kişi hakkında savcının ortaya attığı iddia, üçünün darbeden bir gün önce televizyonda darbecilere ‘’subliminal mesajlar’’ verilen bir siyaset programına katıldıkları yönünde.

Tıpkı bu iddianın kendisi gibi, Fethullah Gülen’e bağlı olarak hareket ettikleri öne sürülen karanlık güçlerin neden WhatsApp ya da Viber kullanamadıkları da esrarengiz bir durum olma özelliğini koruyor. Diğer iddiaların bazıları yıllar öncesine, Gülen’in Erdoğan’la arasının 2013’te bir yolsuzluk skandalıyla açılmasının da evveline uzanıyor.

Öteki sanıklar ise Gülenci bir kurum olduğu söylenen Bank Asya’da hesapları olduğu için darbeyle ‘’ilişkilendiriliyorlarlar.’’ Diğerlerinin de darbeden dokuz ay önce Gülen yanlısı bir gazetenin televizyon reklamlarının yapımcılığını üstlendikleri söyleniyor.

Altan kardeşlerin ve diğerlerinin bir sonraki mahkemesiyle ilgili gerçek, bunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı muhalefetin yasadışı kılınmasına yönelik göstermelik bir duruşma olduğudur. 

Bu, Türkiye Anayasası’nın 26’ncı maddesiyle ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi ve Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesi dahil olmak üzere Türkiye’yi de bağlayan çeşitli uluslararası yasal enstrümanlarla güya güvenceye alınmış olan ifade özgürlüğüne karşı açık ve zalim bir saldırıdır.

Bazı komplo teorisyenleri Erdoğan’ın kendisinin darbenin arkasında olduğunu düşünüyorlar – esasen bu Gülen’in de iddiası. Oysa gerçeklik çok daha dolaysız: Erdoğan, eline geçen bu beklenmedik fırsatı, halkın Türkiye demokrasisini yıkmayı amaçlarmış gibi görünen bir darbeye duyduğu öfkeyi köpürterek ve bunu her türlü muhalefeti ve kendi yönetimi üzerindeki tüm bağımsız denetimi ve eleştiriyi bastırmak için kullanarak değerlendirdi.

Normaliteye bir dönüş olmadıkça – Olağanüstü Hâl sona ermedikçe; bağımsız yargı yeniden kurulmadıkça; darbe sonrası tutuklanan herkes (şiddet olaylarına karıştıkları yönünde net kanıt olanlar hariç) serbest bırakılmadıkça; ve ifade özgürlüğüne tam bir sadakat gösterilmedikçe Türkiye, güneyde başarısız devletler Suriye ve Irak ile kuzeyde artık kendisiyle ilgilenmeyen AB’deki eski dostları arasına hapsolmuş bir paryaya dönüşme riskini taşıyor.
Yukarı